yazarlar

HANEKE’DEN AŞKIN TANIMI


 
 

Yaklaşan 2013 Oscar yarışmasında Yabancı Dilde Film kategorisinin adayları açıklandı. En büyük favori “Aşk” bu hafta gösterime girdi. Cannes, Los Angeles, New York Eleştirmenler Birliği dahil olmak üzere bir çok ödülle donanan film, aşkın iç yüzünü yetmişli yaşlardaki bir çiftin yaşamından yansıtıyor. Cannes Film Festivalinde ikinci kez Altın Palmiye kazanan yönetmen ve senarist Michael Haneke öyküsünü kendisinden alışık olmadığımız bir duygusallıkta ele alıyor. Auteur yönetmen olarak öykülerini de yazan Haneke’yi zamanın ruhunu iyi kavramış bir düşünür olarak tanımlayabiliriz. O bir düşünür olarak elindeki aynayı insan ruhunun derinliklerine, yaşamda çeşitli yollar ile saptırılmış gerçeğin “gerçeğine” tutar ve sinemasına yansıtır.
 
 
 
 
 
 
 
 

 
 
Medya simülasyonu, burjuva ahlakının ikiyüzlülüğü, vicdanın yok olması, aşkın şiddetle olan akrabalığı, güvenli yaşam duygusunun yıkılması senaryolarında sık sık yazdığı ana parçalardır. Kendisi bir söyleşisinde gerçeği tanımlarken “gerçek her zaman parçalıdır onu fragmanlar yoluyla kavrayabiliriz. Gündelik yaşamamız içinde çok ufak parçalar şeklindedir ve çok azını anlayabiliriz” diyor. Standart orta akım sinema seyircisi için Avusturya asıllı Haneke iyi bir seçim olmayabilir. Şiddeti, nefreti, kötülüğü en çiğ, en sert şekliyle estetize etmeden yansıtırken seyircisini sürekli tedirgin edip onu düşünmeye, konunun bir parçası olamaya zorlar. “Ölümcül Oyunlarda” üst orta sınıf bir ailenin yazlık evlerine giren iki ergenin yaşattığı işkenceler veya “Piyano Öğretmeni”nde sevişmenin tecavüze dönüşmesi seyirciyi zorlayan sahnelerdir. İnsanların yaşamı, yaşamadan sadece ‘yapıyor’ olması, günlük ritüellerini yaşam olarak adlandırması, ilişkilerindeki yüzeysellik ve yabancılaşma Haneke’nin tüm filmlerinde eleştirdiği ana temalardır.  Medya kitle araçlarının sunduğu imajların salt gerçek olarak gösterilmesine, toplum tarafından da eleştirilmeden kabullenilmesine isyan eder. Çarpıtılmış gerçeklerin, gerçek yanılsamasının ekranlara hapsettiği aldatmacayı, insanlığın aczi ve kolaycılığının bir temsili olarak görür.
 

Her filminde kutsallaştırılan aile geleneğini, dışarıdan pürü pak gözüken orta sınıf ahlakını tehdit eden çağın başka bir gerçeği ile yüzleştirir. “Saklı-Caché” da babanın geçmişteki gerçeklerle yüzleşmesini, “Ölümcül Oyunlar”’da burjuva ailenin güvenlik duvarlarının yıkılmasını,“Piyano Öğretmeni “ ’nde baskılanan duyguların yaşamı tehdit eden şiddete dönüşebileceğini, “Kurdun Günü” nde insanın ilkel içgüdülerine sıkıştığı her an geri dönebileceğini, ”Bilinmeyen Kod” ta şifreli kapılar ardındaki ulaşılmazlığı, ötekileri yok saymayı vurgular. Modern bireyin sıkıştığı anlarda başvurduğu dua ve inanç opürtinizmi onun için çok ironiktir. Çoğunda son dua durumu kurtarmaya yetmez.

Bu kez Haneke aşktaki çoşkulu duyguların yaşlı ruhlarda yerini birbirine dikkat etmeye, aşırı korumacılığa bırakmasını anlatıyor. Birinin hastalanması diğerinde ölüm ve yalnız kalmak korkusunu arttırıyor. Paris’te yaşayan emekli müzik öğretmenleri Anne ve George’un dış dünyaya zaten mesafeli olan yaşamları, gelen hastalıkla tam bir tecrite dönüşür. George başta Anne’ın hastalığını kabullenmekte zorlanır. Hastalığın ilerlemesiyle tüm bakımını üstlenir, kapılarını dış dünyaya kapatır. Önce bakım hemşiresini sudan sebeplerle kovar, zamanla ara sıra ziyarete gelen kızından bile annesini saklamaya başlar.
 
Üst sınıf bir aile ortamında geçen bu hayata tutunma çabası, şartlar ne kadar iyi olsa da ölümle mücadelede sınıf farkı olmadığının altını çiziyor. Herkes aynı çaresizlik, umutsuzluk ile sarmalanıyor. Burjuvaların korunaklı , korumacı duvarları ölüm korkusu karşısında çatlıyor, yıkılıyor. Yalnızlıkta pencereden giren güvercin bile dost muamelesi görüyor.    

Haneke tek mekanda geçen öyküsünde aşkta sahiplenme duygusunun ulaşabileceği son noktanın Tanrı’yı oynamaya varabileceğini gösteriyor. Oyunculuk tarafında Emmanuelle Riva ve Jean Louis Trintignant olağanüstü performanslar gösteriyor.     

                              

 

No comments:

Post a Comment