yazarlar

KEN LOACH VE SIRADAN İNSANLARI 


Ken Loach’u kısaca ‘sıradan insanların yönetmeni’ olarak tanımlamak mümkün. Sıradan insanların kendi sosyal çevreleri içindeki gündelik yaşamlarını, başarılarını, yenilgilerini gerçeklik duygusundan kopmadan adeta bir belgesel çekercesine yansıtır. Bireyin yaşamında yaptığı seçimlerin, mağlubiyetlerinin yalnız kendi eseri olmadığını, çevre baskısının, yaptırımlarının sonucu, hatta bir gerekliliği olduğunu gösterir. Taraf tutar, solcu ve radikal kimliğinin gereği haksızlıkların ardındaki sömürücü güçleri yalın bir dille eleştirir. Bu değişmez duruşu Loach’un birbirinden çok farklı iki filminden bahsetmeyi mümkün kılmaz. Alt sınıf insanların dramlarını anlatmak duyguları yumuşatan melodram riskini de birlikte taşır. Bu duruma düşmemek Loach için bir görevdir; bunun için oyuncularını genelde tanınmamış veya profesyonel olmayan oyunculardan seçer, özgür diyalogları, doğal ışığı, gerçeklik duygusundan kopmayan direk bir sinematografiyi tercih eder. Karakterlerini sever, onların arkasında durur, sırtlarını sıvazlar fakat onlar için asla ağlamaz, ağlanmasını da istemez. Kararlarına saygılıdır; sonucun onlar için kötü olacağını bilse de müdahale etmez. Sonuç olarak, bu yaşam tüm seçimleriyle onlarındır. İçindeki adalet anlayışını asla duygularına yem etmez. Onun kaybeden iyi insanlarının arkasında yürek buran bir müzik hiçbir zaman duyulmaz. Baş karakterleri hayranlık duyulacak kahramanlar değildir. Hepsi etten kemikten, hatalarıyla yaşayan insanlardır. 

1936 doğumlu yönetmen, hukuk öğrenimi sonrası kısa bir süre tiyatro oyunculuğu yapar ve BBC televizyonuna girer. 1967'de çektiği ilk sinema filmi olan Poor Cow’da (Düşen Kadın) kenar mahallede yaşam mücadelesi veren bir kadını anlatır ve filmin gerçekliğini desteklemek için TV habercileri gibi aralara halkla söyleşiler koyar. 1969'da çektiği ikinci film Kerkenez’de (Kes) İşci sınıfının kötü yaşam koşullarını Yorkshire’daki bir madenci kasabasında geçen öyküsünde anlatır. Kapitalist sınıfı keskin bir dille eleştirirken, düzenin kurbanı genç bir adamda öyküsünü şekillendirir. Sonra sırasıyla Aile Hayatı (Family Life 1971), Kara Jack (Black Jake 1979), Bakışlar ve Tebessümler (Looks and Smile 1981), Gizli Dosya (Hidden Agenda 1990) filmlerini yapar. Bilhassa son iki film ile İngiliz toplumuna bitmez tükenmez eleştirilerini sürdürür. Bakışlar ve Tebessümler de işsizliğin gençlik hayallerini nasıl tükettiğini anlatır. Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü alan Gizli Ajanda ise İngiliz Polisi’nin Kuzey İrlanda’da yaptığı şiddeti ve provakasyonu yansıtır ve İrlanda meselesine ilk yaklaşımı olur. Artık izlenen bir yönetmendir ve daha olgun filmler yapma dönemine gelmiştir. Bu dönemin ilk filmi Ayak Takımı (Riff- Raff 1991) olur. Londra’nın kenar mahallerinde yaşayan ayak takımı insanların yaşamlarını mizaha kaçan bir dille anlatır. Bir sonraki filmi Yağan Taşlar 'da (Raining Stones 1993) ise aynı temayı Manchester’in kenar mahallerine kaydırır. Film bir kez daha Cannes Jüri Özel Ödülü kazanır.

1995 yılında çevirdiği Ülke ve Özgürlük (Land and Freedom) siyasal sinemanın en seçkin örneklerinden birisi olur. İspanya iç savaşına katılmış bir İngiliz’in gözünden faşistlere karşı savaş ve sol fraksiyonlar arasındaki tutarsızlıklar anlatılır. Loach solcuların arasındaki anlaşmazlıkların, savaşın belki de savaşların kaybedilmesindeki payın önemini vurgular. Yönetmen Carla’nın Şarkısı'nda (Carla’s Song 1996) Glaskow’daki otobüs şoförüyle Sandinist gerilla bir kız arasındaki aşktan yola çıkarak Nicaragua’daki iç çekişmelere ve gerçeklere yöneltir kamerasını. Adım Joe (My Name Joe 1999) ise Glaskow’da amatör bir futbol takımının antrenörlüğünü yapan, alkolik Joe’nun buruk yaşamını anlatır. Peter Mullan‘ın mükemmel performansı bu kişisel filmin en güçlü yanı olur. İlginç olan ağır İskoç aksanı nedeniyle film Amerika’da İngilizce alt yazı ile gösterilir. Afili Delikanlı'da (Sweet Sixteeen 2002) bu kez on altı yaşındaki Glaskow’lu Liam’ın dramı vardır. Uyuşturucu satıcılığından hapiste yatan annesinin hapisten çıkacağı günü dört gözle bekleyen Liam ona sıcak bir yuva hazırlamak istemektedir. İşsizlik ve hoş görüsüz toplum onun aşamadığı sorunlardır. Genç yaşının ataklığı onu kaçamadığı bir sona sürükler. Amerika’da bir grevi öykülediği Ekmek ve Güller'den (Bread and Roses 2000) sonra Demiryolcular'da (The Navigators 2001) özelleştirilen demir yollarında çalışan işçilerin her an işten atılma korkularını, sermaye tarafından ezilmelerini anlatır, Bu film usta yönetmenin kişisel anti global manifestosu olur adeta. 11 Eylül sonrası artan Müslüman/Hıristiyan çatışmasını Pakistanlı Casim ve Glaskowlu Roisin arasındaki aşkı öykülediği Duygudan da Öte-(Ae Fond Kiss 2004 ) filminde yorumlar. Duygudan da öte olan kültürel uyumsuzluğu iki taraf ta engelleyemez.

Özgürlük Rüzgarı (The Wind That Shakes The Barley 2006) ise İrlanda sorununu baştan alarak 1920'li yıllardan itibaren İRA’nın kuruluşunu, kardeşin kardeşi nasıl vurduğunu, İngiliz askerinin yaptığı zulmü etkileyici görüntülerle ve epik bir sinematografi ile anlatır. Bu film yönetmene bir kez daha Cannes’da 2006 En İyi Film Ödülü'nü kazandırır. Özgür Dünya (It’s Free World 2007) kaçak işçi sorununu, onların sömürülmesini tüm çıplaklığıyla gösterir. Bu işte iyi niyetli bir iş veren olmadığını iki kadın baş karakterinin tutarsızlığında yansıtır Loach.  Hayata Çalım At (Looking For Eric 2009) da futbol hastası postacı Eric hayranı olduğu Eric Cantona ile yaptığı hayali konuşmalar ile yaşamında yolunda gitmeyen sorunlara bir çare üretecek gücü toplamaya başlar. Eric Cantona'nın futbol ve yaşamı üzerindeki felsefesini yansıtan mükemmel bir melodram ile sinematografisine başarılı bir halka ekler.     

Ken Loach, popülist sınırların uzağında anlattığı gerçek öyküler ile yaşayan en tutarlı yönetmenlerden birisi olmayı sürdürüyor. Artık onun için dönüş yok.

No comments:

Post a Comment