yazarlar

COEN KARDEŞLER

 

DAHİ, KAÇIK, KARANLIK BİRADERLER



 "İhtiyarlara Yer Yok" ile Coen Kardeşler'in en iyi yönetmen ve film Oscar'ını kazanmaları sürpriz olmuştu. Bağımsız sinema ruhundan ödün vermemiş, orta akım sinemanın güvenli sularından uzakta duran, Coen'lerin geleneklerine sıkı sıkıya bağlı, böyle bir ödülü kazanmaları sıradışı bir olaydı.           

İlk filmleri olan "Kansız-Blood Simple" dan sonra çevirdikleri her yeni filmle gittikçe artan, özgün bir seyirci kitlesi takipçileri oldu.

 Coen'lerin  filmlerini tema, karakterler ve sinema dili olarak farklı konu başlıkları altında değerlendirebiliriz. Filmlerine hakim, kara mizah duygusu çoğunlukla kanlı cinayetlere uzanırken, bunlar dramatik bir son değil, öykülerinin akışı içindeki, olaylar olarak şekillenir.Tüm öykülerinde yer alan saplantılı, beceriksiz, darbeli karakterler seyirciyi inanılmaz eğlendirir. İşlenen kanlı cinayetler tüm harala, gürele içinde seyircide bir an olsun gerginlik duygusu yaratmaz. Coenler dalgalarını geçerlerken filmin yap-boz kurgusunda asla dağınıklığa yol açmazlar. Karanlık polisiye öyküleri çok sevmeleri yanında bildik klasik öyküleri de kendi mizahi dünyalarına sokup, gerekli rötuşlardan sonra seyirciye sunarlar.

Kendilerini tanıdığımız ilk filmleri "Kansız – Blood Simple" oldu. 1984 yapımı bu filmde her şey son derece bildik sularda başlar. Kadının kocasının yardımcısıyla ilişkisi vardır ve kocasını ortadan kaldırmayı planlamaktadır. Yabancı birisinin kocayı öldürmesi sonrası işler bir anda beklenmedik şekilde gelişmeye başlar. Her şey gergin bir şekilde ilerlerken filmin her sekansında için için sinmiş keskin ironi hissedilir. Tarantino’nun çok sevdiği işlerden olan bu tarz ironiyi, biraderler geleneksel Film Noir kalıpları işlerken sürprizler ile de seyirciyi de şaşırtır. Bu aralarda Tarantino henüz video dükkanında tam mesai çalışıyordu.
Üç yıl sonra gösterime giren ikinci filmleri "Arizona Bebek Büyüyor-Raising Arizona" yüksek tempoda çılgın bir komedi olur. Çılgın karakterler ile dolu olan filmde Nicholas Cage hırsızlıktan sürekli hapise giren çıkan H.I. Mc Dunnough karakterini oynar. Düşünün hırsız kendisini her seferinde yakalayan polis memuresi Edwina (Holly Hunter) ile evlenir. Absürd komedinin ufkunu açan karakter ve olaylar dolu olan filmde John Goodman‘ın canlandırdığı kafadan çatlak hapishane kaçkını Gale Snoats en renkli karakterlerden birisi olur.

Dashiel Hammett’in Kızıl Hasat (Red Harvest) romanından esinlenen üçüncü filmleri "Miller Kavşağı-Miler’s Crossing" seyircinin en az tanıdığı eleştirmenlerin ise en beğendiği filmlerinden olur. İlk iki filmlerinin görüntü yönetmeni (şimdinin yönetmeni) Barry Sonnenfeld’in seçtiği kahverengi tonların boyadığı karanlık bir gangster öyküsüdür. İçki yasağı yıllarında şehrin doğu yakasını idare eden İrlandalı patron Leo’nun (Albert Finney) en büyük yardımcısı polis teğmeni Tony’dir (Gabriel Byrne). Hakimiyetleri İtalyan asıllı patron Johnny Casper (Jon Polito) ve acımasız yardımcısı Eddie Dane tarafından tehdit edilmeye başlayınca Leo ve Tom yeni önlemler almak zorunda kalır. Fakat araya giren bir kadın meselesi baba-oğul kadar yakın ikilinin arasını açar. Albert Finney’in mükemmel oyunculuğu yanında şiddet ve kara mizah yüklü sahneler filmin en fazla akılda kalan yönleri olur.

Üçüncü filmleri "Barton Fink" (1991) ile kardeşler Cannes film Festivalinde Altın Palmiye ve en iyi yönetmen ödülünü kazanıyordu. Artık Avrupa da Coen kardeşleri tanımış ve filmlerini sevmiştir. Filmin baş karakteri Barton Fink ile yaratıcılığı tıkanmış bir yazarın yaşamının nasıl cehenneme dönüştüğünü anlatırken yine Coen öykülerinin tuhaf karakterleri unutulmaz portreler çiziyordu.
Yıl 1941, Barton Fink (John Turtarro) New York tiyatro dünyasında başarıya ulaşmış entelektüel yazar olarak aldığı teklifler sonrası Hollywood’a gelir ve Capital Picture için bir güreş filminin senaryosunu yazmak üzere anlaşır. Yerleştiği Earle Otelinin bir odasında daktilonun başında yazamadığı senaryo, hayalleri ve kabusları ile boğuşurken oda komşusu satıcı Charlie Meadows (John Goodman) ile tanışır. Charlie senaryonun ilerlemesi için Fink’e yardımcı olmaya çalışır.
Yazdığı birkaç satırın ötesine geçemeyen Barton Fink’in yaşadığı cehennemi azap finaldeki otel yangını ile gerçek bir cehenneme dönüşür. Cinayetsiz bir Coen kardeşler filmi olamayacağına göre bu kez de faili meçhul cinayetler, kopuk kafalar öyküyü tamamlar. Hollywood sisteminin yazarlara uyguladığı baskı, işler yolunda gitmezse onları nasıl harcadığını, özgün mizahi anlayışları ile  hicveden Coenler, ilk iki filmlerinin çok üzerine çıkar. Artık birinci sınıf yönetmen kategorisine ulaşmış bir sonraki filmleri merakla beklenir olmuştur.

Dördüncü filmleri "Bir Şirket Komedisi-The Hundsucker Proxy"(1994) kendileri üzerine yüklenmiş olan beklentileri karşılamaz. O güne kadar yaptıkları en pahalı (40 milyon dolar) yapım sadece 3 milyon dolar gişe yapar. Capravari bir komedi için yola çıkan kardeşler ne yazık ki gereken ruhu yakalayamaz. Absürd daha çok Monty Phyton ekolüne yakın bir film çıkar ortaya. Ruhu anlaşılmaz ve beğenilmez.

Fargo" (1996) sinema tarihinin kilometre taşlarından birisi olur. Karlı, kış atmosferinin sarmaladığı Orta Batı insanları, geriye döndürülemeyen hatalar, kontrolsüz katil tipler, hamile bir cinayet detektifi öykünün kalbini oluşturur. Kayınpederinden karısını kaçırtarak fidye isteyen şaşkın damadın dramı, kara mizahın ağır bastığı fakat Coenlerin uslubu için gerçeğe oldukça yakın duran sanki gerçek bir olaydan alıntıymış gibi yansır beyaz perdeye. Steve Buscemi ve Peter Stomare canlandırdıkları kontrolsüz iki kiralık katilde, Frances Mc Dermot kendisine yardımcı kadın oyuncu Oscar’ı getiren, hamile kadın polis Marge Gunderson rolünde unutulmaz performanslar sunar. Fargo zamanla kar ve polisiye denilince ilk sırada akla gelen film olur.

 "Büyük Lebowski-Big Lebowski" (1998) Aylaklık, vurdumduymazlık üstüne çevrilmiş en keyifli film olduğu tartışılmaz. Chandler vari bir polisiye öykü günlerini bowling oynayarak veya White Russian kokteyli içerek geçiren karakterler üzerine yaslanırsa ne olur? Ahbap "The Dude" olarak tanınan Lebowski (Jeff Bridges), Vietnam’da kafayı sıyırmış Walter Sobchak (John Goodman) ve saftirik Donny (Steve Buscemi) günlerini bowling ve geyik muhabbeti ile geçiren üç arkadaştır. Ahbap’ın evine iki tip tarafından yapılan davetsiz bir ziyaretin nedeni,  Lebowski isminin karıştırılmasındandır. Tiplerin evi terk etmeden ‘Ahbap’ın çok değer verdiği İran halısı üzerine işemeleri kahramanımızı kızdırır. Adaşını bularak halısına olan zararın ödenmesini talep eder. Fakat hiç ummadığı bir entrikanın içine çekilir. Polisiye gibi başlayan hikaye bir yerden sonra karakterlerin renkliliği karşısında önemini kaybeder. Seyirci bu üç ahbap çavuşun yapacakları ilginç işleri ve sakarlıkları izleyerek eğlenir.

 "Nerdesin Be Birader?- O Brother Where Art Thou ?" (2000) ile Coen Biraderler komediye ve diğer taraftan Blue Grass, Delta Blues, Amerikan Folk şarkıları kökenine geri döner. Günlerini taş kırarak değerlendiren üç hapishane kuşu Ulysees Everett Mc Gill (George Clooney), Pete Hogwallop (John Turtarro), Delmar O’Donnel (Tim Blake Nelson) gömülü bir hazineyi bulmak için prangalarıyla birlikte kaçar. Grubun en uyanık üyesi Ulysees’in önderliğinde Soggy Bottom Boys adlı bir müzik grubu kurarak firarı kolaylaştırmaya çalışan üç kafadarı yol boyunca kendilerini yakalamaya çalışan kanun adamı Cooley, tekrar seçilmek isteyen yerel politikacı Peppy O’Deniel (Charles Durning) , gangster bebek yüzlü Nelson gibi coenvari karakterler karşılar. Saçını sık sık tarayan süslü Clooney, T-Bone Burnett’in müzikleri ve öykünün Homeros’un Odessa’sından Missisipi Deltasına uyarlama olması filmin en anımsanacak özellikleri olarak kalır. Film Coen kardeşlerin  az bilinen eski Amerikan müziği kayıtlarını seyirci ile paylaşma yolu olur.

 "Orada Olmayan Adam-The Man Who Wasn’t There" (2001) Billy Bob Thornton’un canlandırdığı hiç konuşmadan, hiç öksürmeden Camel sigaralarını arka arkaya tüttüren berber Ed Crane karakteri filmin unutulmaması için yeterli neden. James McCain’in romanından (Postacı Kapıyı İki Kez Çalar, Çifte Tazminat romanlarının yazarı) uyarlanan öyküde Crane adeta dünyaya düşmüş bir uzaylıdır (bunu ima eden uzay gemisi, uçan daire motifleri öyküde mevcut). Yaşamı buzlu bir cam arkasından seyrediyor gibidir, çevresinde olan hiçbir olay onu heyecanlandırmaz; umutsuzluluğu ve boşluğu yüzünden okunur. Yaşamında yapmak istediği kökten değişiklikler, her seferinde beceriksizlikler duvarına çarpar. Hayatının idaresini bir türlü eline alamayan bir adamın kaderine varoluşçu bir bakış atar. Kardeşlerin siyah beyaz çektikleri bu çarpıcı film 1991 Cannes Film Festivalinde, en iyi yönetmen ödülünü kazanır. Değişmez görüntü yönetmenleri Roger Deakins’in muhteşem görüntüleri ona Oscar adaylığı ve Bafta ödülü getirir.

 "Dayanılmaz-Zulüm-Intolerable Cruelty" (2003), "Kadın Avcıları –Lady Killers" (2004) biraderlerin irtifa kaybettikleri iki film olarak anımsanmanın ötesine geçemedi. Clooney ve Zeta-Jones ikilisinin' Dayanılmaz Zulüm'de tutturdukları popüler kimya dışında Screwball komedi ile ana akım romantik komedi arasına sıkışmış bir film olarak kaldı. 1955 yılında Ealing klasiğinin tekrarı olan ' Kadın Avcıları' ise tam coenvari karakterlerle örülü bir filmdir. Sorun zaten klasik kara komedi olan bir filmi, tekrar ufak rötuşlar ile güncelleyip vitrine koymak biraderler’e  yakışmaz. Bu iki film onların orta akım sinemaya heves etmeleri olarak değerlendirildi.

Nihayet, 2008 Oscar ödülünü kazandıkları "İhtiyarlara Yer Yok-No Country For Old Man" sinematografilerinin en rafine filmlerinden birisi olarak yerini aldı bile. Cormac McCarthy romanından uyarladıkları öykü dram ve simsiyah bir mizah arasında yer alır. Cehennemi, acımasız bir dünya ile şiddetin mizahla karıştığı bir neo-western filmi olarak tanımlanabilir. Filmin seyirciyi ters köşeye yatıran finali ise alt metini keşfedebilmek için insanı düşünmeye zorluyor. Elinde basınçlı cıvata tabancasıyla insanları alnından mıhlayan Anton Chigurh (Javier Bardem), suç işlemeye çalışan standart vatandaş Lleweyn Moss (Josh Brolin), yaşamın yozlaşmasını taşıyamayan Şerif Ed Tom Bell (Tommy Lee Jones) filmin omurgasını oluşturan karakterler. Paylaşılmayan bir uyuşturucu parasının peşinde kopan onca gürültü, akan kan tek bir sonuca varır acımasız bir dünyada kontrolsüz bir şiddetin ortasında çaresiziz.

"Burn After Reading-Aramızda Casus Var"(2009) ise Brad Pitt, George Clooney,John Malkovich,Frances McDormand gibi sevdikleri oyuncuları bir araya getirdikleri komedide çok önemli ve farklı  işler yoktur. Kendilerini rahatlatan bir ara film olarak değerlendirmek en doğru yaklaşım olur.  

Uzun aralar vermeyi sevmeyen Biraderler 2010'da "İz Peşinde-True Grit" ile klasik kalıplarda bir westerni kendi kalıplarına sokarak bu türe bir selam gönderirler. Mattie Rose adında küçük bir kızın bir yasa koruyucu Rooster Cogburn (Jeff Bridges) ve LaBoeuf (Matt Damon) adlı bir atlı polis yardımıyla kızılderili topraklarında babasının katillerini aramasını anlatan öykü daha önce John Wayne' e Oscar kazandıran filmin tekrarı. Her zamanki sivri usluplarını bu kez western öyküsünde deneyen Kardeşler, karanlık ve sert bir atmosfer yaratır. Başrolde oynayan  küçük kız Hailee Steinfeld ve Jeff Bridges parlak performansları ile Oscar adaylıkları aldılar. Film toplamda on dalda Oscar'a aday gösterildi.  

No comments:

Post a Comment