yazarlar

KARANLIK VE GOTİK BİR DAHİ:


    TIM BURTON

Tim Burton üzerine hep şöyle bir hayal kurmuşumdur. Sınıfın arka sıralarında  dağınık saçlı solgun yüzlü önündeki kağıda bir şeyler çiziktiren bir çocuk görürüm.O anda sınıfta olan bitenle ilgisiz, kendi dünyasına gömülüdür.   Öğretmen kürsüden bakışlarını çocuğa doğrultur ve kızgın bir sesle bağırır : ‘Tim yine dersle ilgilenmiyorsun, o kağıda neler çiziyorsun ?’. Çocuk başını kaldırır ve mahcup bir şekilde : ‘Şey, efendim dalmışım, özür dilerim!’. Öğretmen hızını alamaz, tekrar bağırır :’Çabuk o kağıdı buraya getir !’. Çocuk önündeki kağıdı eline alır isteksiz adımlar ile kürsüye getirir. Öğretmen kağıda  bakar : ‘Nedir bu saçmalıklar, söyler misin ?’ diye bağırır. Öğretmenin elinde duran kağıtta, resimler şöyle sıralanıyordu : balkabağından kafası olan bir iskelet, ölü  solgunluğunda bir gelin, kafası kopuk bir şövalye ve gotik bir şato figürleri. Burada hayalim biter.
AYRIKSI KARAKTERLER
Tim Burton’un öğrencilik yılları aşağı yukarı bu minval üzerinde geçer. California’nın banliyösü olan Burbank şehrinde 1958 de doğar ve okula gider. O yıllarda en büyük eğlencesi Edgar Allen Poe romanları okumak ve Roger Corman’ın abartılı, çoğu B sınıf olan dahil, korku filmlerini seyretmek olur. Dış dünya,  arkadaşlık onu fazla çekmez, onun yerine bol bol resim çizer. En büyük idolü ise Vincent Price’dır.  Corman’ın fetiş oyuncusu olan Price onun Poe’dan yaptığı tüm TV ve sinema uyarlamalarında rol alır. Resim konusunda ise ilk başarısını yaşadığı şehirde çevre konulu bir resim yarışmasını kazanarak elde eder. Çizdiği afişler yıl boyu çöp arabalarının üzerinde sergilenir. Banliyö yaşamı canına tak der ve evden ayrılarak Kaliforniya merkezinde oturan büyükannesinin yanına taşınır. Artık tüm yaşamını resim doldurmaktadır, çizgi romanlar yaratır, kendine özgü grafik anlayışı içinde insanlar, mimari yapılar çizer. İş için müracaat ettiği Disney stüdyoları ondaki yeteneği görür ve burs vererek Kaliforniya Sanat Akademisinde resim eğitimi almasını sağlar. Eğitim sonrası  Walt Disney Stüdyolarına dönerek, animasyon bölümünde çalışmaya başlar. Disney’in renkli, canlı dünyası onun içine kapanık, karanlık figürleri için uygun bir yer değildir. Yine de merkezde olmanın avantajlarını kullanmak ister ve ona teklif edilen kısa animasyonları çizer. İlk kısalarından en fazla ilgiyi Vincent çeker. Altı dakikalık bu animasyonda kendisini Vincent Price ile özdeşleştiren yine Vincent adlı çocuğun Poe romanlarından esinlendiği kapalı dünyası içinde yaşantısını, onu dış dünyaya alıştırmaya çalışan annesinin çaresizliğini anlatır. Vincent Price’ın seslendirdiği kısa film festivallerde beğenilir ve ödül kazanır. Otobiyografik özellikler taşıyan bu animasyon onun gelecekteki kahramanlarının bir öncüsüdür: dış dünya ile ilişki kuramayan karakterler. Makas Eller’deki Edward gibi farklı dış görünümlerinden dolayı insanlar ondan uzak durur, Penguen Adam’ Batman Dönüyor’da  insanların kendisini kabul etmemesini içinde bir öfkeye dönüştürür ve intikam için bilenir. Veya tüm zamanların en kötü yönetmeni Ed Wood gibi kendi hayal dünyasından çıkmayı ret eder. Onun filmleri gerçeğin, tekinsiz ve yabancı olan ile kesişmesinden doğan tepkiden güç alır. Öyküleri ne kadar hayalet, yaratık, ölü barındırsa da gerçekte tedirginlik yaratma veya korkutmak gibi bir niyeti yoktur. Standart toplumun kendisinden olmayana verdiği tepkiyi ve bağnazca yaklaşımını yansıtmak esas uğraştığı meseledir. En büyük takıntısı ise banliyö yaşamının durağan ve yeniliklere kapalı akışıdır. Tasarımlarında ve ışık kullanımında,  Alman Dışa Vurumculuğunun etkisini görmek mümkün. En sevdiği filmlerin başında gelen Dr. Caligari’nin Muayehanesi’nden esinlendiği uzun boylu, ince yapılı karakterler, abartılı makyajlar bilhassa erken dönem filmlerinde sıklıkla görülür. 
Bir dizi kısa film ve animasyon sonrası ‘Pee Wee’s Big Adventure’ (1985) ile uzun metraj dünyasına’ merhaba’ der. Tam oturmamış bir sinematografiye karşın,  barındırdığı zekice espriler ile beğenilir. Pee Wee çocukluk ve yetişkinlik arası bir yerde sıkışmış naif denilebilecek bir karakterdir.1988’de çevirdiği ‘Bettlejuice-Beter Böcek’ ile seksenler sinemasına bir başyapıt kazandırır. Bir hayalet öyküsü içinde Amerikan aile yaşamını eleştiren Burton, olabildiği kadar uçuk ve gerçek üstü dünya yaratır.  Ölü bir çiftin ruhları kırsaldaki evlerine yerleşen sosyetik, kendilerini sanatsever sayan büyük kentlileri korkutup, kaçırmak için tüm hayalet numaralarını yapar. Büyük kentlilerin annesi, üst kimlik arayışı içinde kendisini soyut heykel figürlerine adamış, çevresini burnundan konuşan bir avuç sözde sanat meraklısı ile çevrelemiştir.  Beter Böcek olarak anılan tam ‘fırlama’ bir hayaletin işe bulaşmasıyla ev korku yuvasına döner. Sonuçta ruhlar ve canlılar aralarında bir orta yol bulur, eve mutluluk gelir.  Gerek tasarım, gerek ölüler dünyası figürleri ile son derece yaratıcı ve eğlendirici olan film, bilhassa genç kuşak seyircinin beğenisini kazanır.  
‘Makas Eller-Edward Handscissors’da  bu kez ayrıksı karakter dış görünümü ile Frankenstein’ı çağrıştıran Edward olur. Yaratıcısının ömrü yetmeyince ellerini tamamlayamaz. Makas elli bir ucube/insan arasıdır. Tek başına yaşadığı gotik şatonun kapısını çalan pazarlamacı bir bayan,  onun yalnızlığını görür ve ailesinin yanına, kasabaya götürür.  Karışık saçlı, solgun yüzlü, makas elli bu farklı insan ne yapsa çevredeki ön yargıyı yıkamaz. Çevresindekilerin yaklaşımı sevgi ve nefret arası gider, gelir. Kendi sınırları içinde kaldığında sevilir, insanların yaşam alanına girdiği andan itibaren ucube muamelesi görür, dışlanır. Finalde kendisini korumak zorunda kalır ve öldürülmekten korkarak şatosuna geri döner. Burton kendinden farklı olanı dışlamaya programlı olduğunu gösterir. Belki de bu çocukluğundan bu yana benliğinde hissettiklerinin bir dışa vurumudur. Çocukluğunun idolü Vincent Price’da  kısa bir rolde, Edward’ın yaratıcısı olarak, gözükür.Tüm zamanların en kötü yönetmeni olarak tanımlanan Ed Wood’un yaşamı    Burton’ın elinde masalı çağrıştıran bir öyküye dönüşür. Her şeyden önce, onun hayallerinin tutsağı olmasından, onları gerçekleştirmek için her türlü ucuz yola başvurmasından, ödün vermemesinden etkilenir. Biraz kendi varoluşunu anımsatır ona.  Angora kazaklar ve kadın kıyafetleri giyerek rahatlayan Wood, filmlerinde bilim kurgu, korku, cinsellik gibi farklı öğeleri mantık aramadan birleştirmesiyle tanınır. Ucuz maliyetle, kısa sürede çekilen filmler standart seyircinin zevkine hitap etmekten uzaktadır. Wood ise bunların her birini baş yapıt olarak görür. Değişmez oyuncusu Johnny Deep, Ed  Wood’u canlandırır, karşısında ise geçmişin ünlü aktörü Bela Lugosi’yi canlandıran Martin Landau müthiş bir performans sunar.
‘Çılgın Marslılar-Mars Attacks’ (1996)da ‘yabancı’ kadrosunda bu kez Marstan gelen canlılar vardır. Burton 50’li yılların ucuz bilimkurgu filmlerinden esinlendiği omurga üzerinden, abartılı politik ve toplumsal taşlamaya girişir. Marslı ve uzay gemileri tasarımlarında ucuz ve komik gözükeni tercih eder. Her zaman yaptığı gibi banliyö yaşamı, Amerikan Başkanı, marslılara otel pazarlamak isteyen uyanık Amerikalı tüccar, silaha sarılan püritenler, Tom Jones gibi metaforlar üzerinden eleştiri oklarını saplar. Finalde marslıların beyinlerini patlatan eski moda country şarkılarından ‘Indian Love Call’ göndermesi ile son noktayı koyar. Oyuncu kadrosu Jack Nicholson, Glenn Close, Pierce Brosnan, Nathalie Portman, Anette Bening, Sarah Jessica Parker, Rod Steiger, Jim Brown gibi farklı jenerasyonların muhteşem isimlerinden oluşur.
BATMAN FİLMLERİ
Batman,  Burton’ın sinema kariyerinde popülaritesi açısından bir dönemeç olur. Sevdiği gotik mimari ve atmosferi Gotham kentinde gerçekleştirir. Gotham’ı klostrofobik, gerçek ve hayal arası bir yer olarak tasarlar. Michael Keaton gibi süper bir kahraman için son derece normal fizikte gözüken bir oyuncuyu Batman rolü için uygun görür. Ona göre Bruce Wayne gündüz yaşamında ne kadar normal gözükürse,  geceleri kötülerin iflahını kesen, siyah çelik kostümlere bürünmüş kimliği o denli inandırıcı olurdu. Film gişe başarısı yanında eleştirmenler tarafından da beğenilir. Joker rolünde yüzüne yapışmış sinik gülüşü ve performansı ile Jack Nicholson ikonik bir figüre dönüşür. Kenti ele geçirmek adına her türlü delice yönteme başvuran, sanat eserlerini tahrip edip, insan yüzlerini asit ile yakıp yeni bir görünüm kazandırmaya çalışan, kendisini bu yüzden sanatçı olarak tanımlayan psikopat Joker rolüne Nicholson yeteneği ile unutulmaz bir karakter kazandırır. En güzel yıllarını geçiren Kim Basinger Vicki Wale rolünde parlak bir yıldız gibidir. ‘Batman Dönüyor-Batman Returns’ ile 1992 yılında bir Batman filmi daha yapar. Bu kez birden fazla kötü karaktere yer verir : Kedi Kadın, Penguen Adam. Michelle Pfeiffer’in canlandırdığı  Kedi Kadın, Batman ile suçlular karşısında aynı kulvarda olmasına karşın tüm erkeklere düşman,feminist duruşu nedeniyle, ona da karşıdır. Şehrin kanalizasyon sisteminde yaşamını sürdüren Penguen Adam, Oswald Cobblepot, (Danny DeVito) kentin Belediye Başkanı seçilip tüm insanlardan intikam alma planları içindedir. Bir kez daha karanlık mimarisini kuran Burton, fazla karizmatik kötünün yanında Batman’in arka planda kalmasını önleyemez. Kedi Kadın’ın feminist duruşu, Penguen Adam’ın fazlasıyla itici makyajı antipatik bulunur. Burton bu kez gotik atmosferi çok masalsı bir renge boyar. İlki ile karşılaştırıldığında mekan mimarisi fazla maketimsi gözükür. Film gişede sınıfı geçerken, eleştirilerde geçemez.




İKİBİNLİ YILLAR
1999 yılında ‘ Hayalet Süvari-Sleepy Hollow’ ile on dokuzuncu yüz yılın başlarında geçen bir polisiye-gerilim çevirir. Mistik ve doğaüstü güçlerin etkin olduğu öykü, oldukça gotik ve karanlık bir atmosfer içinde geçer. İdealist detektif Ichabod Crane (Johnny Deep) kesik baş cinayetlerini araştırması için New York yakınlarında bir kasabaya gönderilir. Crane cinayet araştırmalarında otopsi ve cinayet yerinde delil araştırması gibi bilimsel yöntemleri savunarak, bağnazca Orta Çağ inanışlarını sürdüren üstlerini kızdırmaktadır. Üstleri  cinayetleri aydınlatma bahanesiyle onu başlarından savar. Kesik başlı bir şövalyenin başını bulmak için bu cinayetleri işlediği inancının yaygın olduğu belde de, araştırmaları sırasında her şeyin göründüğü kadar basit olmayacağını keşfeder ve dini dogmalara karşı bilimselliğin kazanacağını, insanlara kanıtlamak için mücadele eder. Kanlı ölüm ağacı, cadıların konakladığı mağaralar, ürpertici orman gibi ön plana çıkan tasarımları ile film Oscar kazanır. Bu kez aykırı kahraman olarak toplumun bağnaz inanışlarına karşı koyan detektif Crane’dir.
Maymunlar Cehennemi-Planet of the Apes ile 1968’de kazandığı başarıdan sonra beş film ile bir seriye dönüşen bu klasiğe Burton’ı çeken, neden yeni bir görüş ve felsefe kazandırma arzusuydu. Orijinalinin dayandığı evrim teorisi yerine sonsuz olanaklar teorisini monte eden Burton bu kez anlaşılamamış veya derdini tam anlatamamış olur. Film kariyerinin en başarılı halkası olarak tanımlanamaz.
‘Büyük Balık-Big Fish’ gişede başarısız olmasına karşın kendisinin en sevdiği filmlerinden olur. Bir edebiyat uyarlaması olan ‘Büyük Balık’ta bir baba-oğul ilişkisini anlatır. Edward Bloom, yaşamı daha renkli kılmak adına hayal sınırlarını zorlayan anılar anlatır. Devler, siyam ikizleri, cam gözlü cadılar, hayali cennetler ile dolu olan hikayeler çevresinde bir tek oğlu Will i rahatsız eder. Dinlediği onca hikayenin koca koca yalanlar olduğuna inanır. Babasının hastalanması sonucu eve geri dönen, Will bir çok fark etmediği gerçeği görecektir. Hayatın kısalığından, aşkın kutsallığından, yaşamın tek renk olmadığından bahseden film babası ile hiçbir zaman samimi ilişki kurmayı başaramamış olan Burton için ölümünden sonra babasına bir atıf olur.
Roald Dahl’ın romanından ikinci kez uyarlanan‘Charlie’nin Çikolata Fabrikası-Charlie and the Chocolate Factory’ ile  masal bir filme daha imza atar. Burton  son derece antipatik çocuk karakterler yaratır, ebeveynlerin kendi yetersizliklerini aşıladıkları hırslı, aç gözlü tiplerdir. Onların arasında bir tek fakirliğin içinden gelen Charlie kendisini sevdirir.Tasarımları mükemmel olan filmde dışarıdan son derece kasvetli gözüken beton fabrikanın içinde çikolata nehirleri içinde yüzen gondollar, şekerlemeden çayırlar, gizemli bir diyardan gelmiş cüce işçileri ile bir masal dünyasını anımsatır. Bu dönemin ikinci masal filmi Carole Lewis’in ünlü masalı ‘Alis Harikalar Diyarı-Alice in Wonderland’ olur. Romanın kahramanı Alis bu kez 9 değil 19 yaşında genç kızlık ile kadınlık arasında geçiş dönemini yaşayan, yaşadığı Viktorya dönemin toplumuyla uyuşamayan bir karakter ile yer değiştirir. Alis masal aleminde adeta bir iç yolculuğa çıkartır karşılaştığı karakterler insan ruhunun çeşitli yönlerini temsil eder. Alis orijinal öyküye oranla daha aktif ve edilgen olmayan bir genç kıza dönüşür. Alis’in bir tavşan deliğinden girdiği ülke Wonderland(Harikalar Diyarı) değil Underland (Aşağıdaki Ülke) olur. Burton Alis’in dünyasına da kendi rötuşlarini yapar. Bu dönemin en başarılı filmi ise ‘Şeytan Sokağı Berberi-Sweeney Todd:The Demon Barber of Fleet Street’ olur. 18. yüz yıl İngiltere’sinde koltuğuna oturan müşterilerinin boynunu artistik bir şekilde kestikten sonra tabandan açılır bölmeden zemini altına, orada kurbanları dilimlemeye hazır sevgilisinin yanına yollar. Yaşadığı rivayet edilen bu seri katil Sweeney Todd’un öyküsünü müzikal olarak kurgulayan Burton, arka planda Londra’yı fakirliğin ve zenginliğin arasında belirli sınıflara ayrılmış mezbele bir yer olarak görüntüler. Bir müzikalin karakterine aykırı iki unsur olan karanlık ve gotik kelimelerini mükemmel harmanlayan Burton baş rollerde fetiş oyuncuları Johnny Deep ve Helena Bonham Carter’dan müzikal tarihine geçecek unutulmaz bir ikili yaratır.        


ANİMASYON DÜNYASI
Doksanlı yılların başına kadar kısa metrajlı olarak kullanılan Stop Motion tekniğini uzun metraja uygulayan ilk yönetmen Burton olur. Oldukça zahmetli bir teknik olan Stop Motion’da animasyon üç boyutlu olarak hazırlanan maket mekanlar içinde, çelik iskeletten yapılan kuklalar, kare kare ilerletilerek yapılır. İlk büyük projesi olan ‘Noel Gecesi Kabusu-Nightmare Before Christmas’ olur. Tüm karakterleri, senaryo yazımını ve yapımcılığını üstlendiği filmin yönetmenliğini Henry Selick’e verir. Animasyon dünyasında da birbirinden farklı dünyaların çatışmalarını öyküler. Cadılar Bayramı Ülkesinin Kralı Jack Sellington geldiği Christmastown’ın neşeli renkli dünyasına hayran kalır ve bunu kendi ülkesine taşımaya karar verirse ne olur? Veya ‘Ölü Gelin-Corpse Bride’de ölüler ve canlılar arasındaki aşk ilişkisi üzerinden farklı dünyaların insanları bir arada mutlu olabilir mi ? sorusuna yanıt arar. Onun animasyon dünyasında da onu var eden kavramlar varlığını sürdürür.   
  

No comments:

Post a Comment