yazarlar

BEYAZ BANT - THE WHITE RIBBON

MICHAEL HANEKE'DEN FAŞİZMİN KÖKLERİNE BAKIŞ

 YÖNETMEN: Michael Haneke
OYUNCULAR: Christian Friedel (Öğretmen), Ernst Jacobi (Öğretmen (ses), Leonie Benesch (Eva), Ulrich Tukur (Baron), Ursina Lardi (Barones), Fion Mutert (Sigi)

Beyaz Bant konusuna girmeden önce Michael Haneke sinemasına kısa bir bakış atmak, mesajlarını çözmek açısından gerekli bir adım olacaktır.

Michael Haneke elindeki aynayı insan ruhunun derinliklerine, yaşamda çeşitli yollar ile saptırılmış gerçeğin ‘gerçeğine’ tutmayı seven bir yönetmen. En doğrusu onu zamanın ruhunu iyi kavramış bir düşünür olarak tanımlamak olabilir. Medya simülasyonu, burjuva ahlakının ikiyüzlülüğü, vicdanın yok olması, aşkın şiddetle olan akrabalığı, güvenli yaşam duygusunun yıkılması senaryolarında sık sık başvurduğu ana parçalar. Kendisi bir söyleşide gerçeği tanımlarken ‘Gerçek her zaman parçalıdır, onu fragmanlar yoluyla kavrayabiliriz. Gündelik yaşamamız içinde çok ufak parçalar şeklinde görürüz ve çok azını anlayabiliriz’ diyor.

Standart orta akım izleyicisi bir sinema seyircisi için Avusturya asıllı Haneke iyi bir seçim olmayabilir. Şiddeti, nefreti, kötülüğü en çiğ, en sert şekliyle estetize etmeden yansıtırken seyircisini sürekli tedirgin edip onu düşünmeye, konunun bir parçası olamaya zorlar. ‘Ölümcül Oyunlar'da üst orta sınıf bir ailenin yazlık evlerine giren iki ergenin yaşattığı işkenceler veya ‘Piyano Öğretmeni’nde sevişmenin tecavüze dönüşmesi seyirciyi zorlayan sahnelerdir. İnsanların yaşamı, yaşamadan sadece ‘yapıyor’ olması, günlük ritüellerini yaşam olarak adlandırması, ilişkilerindeki yüzeysellik ve yabancılaşma Haneke’nin tüm filmlerinde yansıttığı, eleştirisel yaklaştığı temalardır. Medya kitle araçlarının sunduğu imajların salt gerçek olarak gösterilmesi ve bunların toplum tarafından böyle algılanmasına isyan eder. Bu çarpıtılmış gerçeklerin, bu gerçek yanılsamasının ekranlara hapsettiği aldatmacayı, insanlığın aczi ve kolaycılığının bir temsili olarak görür.

Her filminde kutsallaştırılan aile geleneğini, dışarıdan pürü pak gözüken orta sınıf ahlakını tehdit eden çağın başka bir gerçeği ile eşleştirir: Saklı-Cache ve Ölümcül Oyunlar’da burjuva ailenin güvenlik duvarlarının yıkılmasını, ilkinde babanın geçmişteki gerçekler ile yüzleşmesini ve bunu ön yargılarına, vicdani kılıflarına uydurarak rahatlama çabası, Piyano Öğretmeni’nde baskılanan duyguların yaşamı tehdit eden şiddete dönüşebileceğini, Kurdun Günü’nde insanın ilkel içgüdülerine sıkıştığı her zaman geri dönebileceğini, Bilinmeyen Kod’da şifreli kapılar ardındaki ulaşılmazlığı, ötekileri yok saymayı vurgular. Modern bireyin sıkıştığı anlarda başvurduğu dua ve inanç oportunizmi onun için çok ironiktir. Çoğunda son dua durumu kurtarmaya yetmez.

Haneke’yi yeniden gündeme taşıyan son filmi Beyaz Bant bir dönem filmi. Genelde öykülerinde yer ve zaman tanımlamayan Haneke bu kez 1913 yılından Protestan bir Alman köyünü ev ev inceliyor. Ebeveyn-çocuk ilişkilerine odaklanıyor. Büyüklerin güç kullanarak yaratmak istediği itaat, çocukların dünyalarında tuhaf yansımalar uyandırıyor. Köy içinde faili meçhul birçok olay vuku bulmaktadır. Çocuklar kaçırılıp işkence görmektedir, bir kadın ölü bulunmaktadır, köyün doktoru kurulan bir tuzak sonrası yaralanmaktadır. Haneke öyküsünü bu suçların çerçevesinde kurarken belli bir gerilimi yaratmayı ihmal etmiyor. Fakat bu gerilimi “suçlu kim, katil kim?” gibi soruları cevaplayarak çözme yoluna sapmıyor. Suçlunun bulunması rahatlatıcı, sorunları kişiselleştirecek bir sonuç olur. Onun derdi bu suçluluk psikolojisinin anonim bir suskunluğa dönüşerek toplumsal bir paylaşıma yol açmasını, 1913 yılının çocuklarının yirmi yıl sonrası olası Nazileri olarak hangi şartlar altında yetişerek geleceği şekillendireceğini göstermektir.

İtaatkar çocukların kollarına bağlanan ve masumiyeti simgeleyen beyaz bant gelecekte Nazilerin sembolü gammalı haç resmini taşıyan kol pazubantını andırıyor. Çocukların yetişmesini masumiyet iskeleti üzerine kurmaya çalışan yetişkinlerin dünyası ise suç ve günah dolu. Çocuk tacizi, kadının aşağılanması, işkence, kırbaç yetişkinlerin kapalı kapılar ardında saklı bir şekilde sürüp gidiyor. Faşizmin tohumlarının ne tür bir yetiştirme süreci içinde, yetişkinlerin hangi ikiyüzlü ahlak anlayışı ile örtüldüğü gerçeğini sakin fakat ürkütücü bir atmosfer içinde anlatıyor Haneke. Ülkemizde yakın geçmişte ortaya çıkan anonim suçların dışarıdan muhafazakar gözüken köylerde olması bu gerçeğin bir örneği değil mi? Burada faşizmin sadece Almanya içinde nasıl kök bulduğunu değil her yerde geçerli olabilecek kökenlerini sergiliyor. Çocuklar ise tüm baskıların altında suskun ve lanetli bir grup gibi topluca hareket ediyor.

Finalde her şey Tanrı’nın kutsal evinde inançlı kitlenin kutsadığı bir evlenme töreninden görüntüler içinde son bulurken yanıltılmış gerçekler üzerine kurulu yaşamlar, öğretilen ritüeller ardına sığınmış olarak varlıklarını sürdürmektedir. Tıpkı ‘Saklı’nın finalinde olduğu gibi. Hiçbir şey olmamışçasına akıp giden yaşam görüntüleri ile son buluyor.

Siyah beyaz resimlerin dönemi ve karanlığı mükemmel yansıttığı bir başyapıt ‘Beyaz Bant’. 2009 Cannes’da Altın Palmiye ödülü kazanan film Haneke’nin gözünden bir dönemden yola çıkarak tüm zamanlara uzanan mesajlar içeriyor.

No comments:

Post a Comment