yazarlar

WOODY ALLEN PARIS’İ SEVİYOR




PARİS’TE GECE YARISI-MIDNIGHT IN PARIS
YÖNETMEN, SENARYO: WOODY ALLEN
OYUNCULAR :OWEN WILSON, RACHEL MCADAMS, MARION COTILLARD, ADRIAN BRODY, KATHY BATES.             
Woody Allen Avrupa’ya olan hayranlığını “Paris’te Gece Yarısı” ile bir kez daha gösteriyor. “Maç Sayısı” ile Londra, “Vicky Barcelona” ile Barcelona dolaylarında güzel işler çıkaran Allen bu kez Paris sokaklarında dolanıyor. İlham perisini arayan bir yazarın kimliğinde bu güzel kentin sokaklarını arşınlıyor. Bir röportajında usta yönetmen “gençliğimizde hep Avrupalı yönetmenlere özendik, onlar gibi filmler yapmak, onlar gibi yaşamak isterdik” der. Bu özlemini geçmiş filmlerinde New York’a yaptığını, Avrupa kentlerine yaparak gideriyor. Kent bir karakter gibi öyküye can veriyor. “Manhattan” filminin açılış sekansındaki siyah beyaz, grenli kent karelerinin yerini Paris’in canlı renklerdeki görüntüleri alıyor.  Artık 74 yaşına gelmiş ve yönettiği filmlerin esas karakterini oynayacak gençlikte olmamaktan yana dertli olan Allen, bu kez “alter egosunu/ikinci kişiliğini” Owen Wilson’a yazar Gil Pender karakterinde ödünç vermiş.
Allen Avrupa’ya ve kültürüne güzellemeleri arka arkaya sıralarken, Amerikan toplumunun kültür yoksunluğuna ve görgüsüzlüğüne de bol bol göndermeler yapıyor. Oklarını Paris’e gönderdiği iki aile üzerinden saplıyor Amerikan toplumuna. Birisi roman yazarı Gil Pender’in nişanlısı Inez’in (Rachel Mc Adams)  zengin ailesi, diğeri ise kültürel birikimini ukalalık ve çokbilmişlik üzerine kurmuş olan Paul ve eşi Carole olur. Cumhuriyetçi, aşırı sağ görüşlü esasında ticari bir anlaşma için gelmiş olan müstakbel kayınpeder ve kayınvalide bulundukları kentin kültür hazinesinden bir haber, pahalı restoranlarda yiyip, içip sonradan adını bile anımsamadıkları Amerikan filmleri ile Paris günlerini geçirmektedir. Diğer kutup ise öğretim üyesi Paul (Michael Sheen) olur, bilgilerini büyük bir görgüsüzlük içinde anlatıp durur. Dokusunun uyuşmadığı bu insanlardan kaçmak isteyen Gil, romanına ilham toplamak bahanesi ile kendini Paris’in karanlığına salar. Yazmakta olduğu romanda nostaljiye olan bir özlemi yansıtmaktadır. Kendisini yoldan alan eski model bir araba, kendisini eski bir Paris kafeteryasına götürür. Café’de  Ernest Hemingway, Scott Fitzgerald gibi efsane yazarlar Cole Porter gibi yine efsane bir caz piyanisti ile tanışır. Hayallerine bile sığmayan sanatçılar ile tanışmaları, her gece yarısı buluşmaları ile devam eder Picasso, Dali, Luis Bunuel, Touluse Lautrec, Gaugin, Degas, T.S. Eliot, Man Ray… Picasso’nun deli dolu sevgilisi Adriana (Marion Cotillard) ise aklını başından alır. Paris’te 1920’li yıllarda genç sanatçılara destek veren ünlü sanat galerisinin sahibi ve sanat eleştirmeni olan Gertrude Stein (Kathy Bates) Gil’in romanının taslağını değerlendirir.Hepsi onun hayal dünyasını aşan, normal yaşamdaki dengesini bozan olaylardır.
Woody Allen, sanat ve edebiyatta sonradan Altın Çağ olarak adlandırılan dönemin ünlenmekte olan, yolu bir şekilde Paris’e düşmüş ve yaşamış sanatçılardan bir hayal dünyası kurmuş. Hepsinin eserleri üzerine yapılan konuşmalar ilginç ve heyecan verici. Hele Gil’in, Bunuel’e ayaküstü verdiği “burjuva toplumu bir odada yemek daveti için topla, sonunda odadan çıkamasınlar” tavsiyesi, yönetmenin 1962’de çevireceği“El Angel Exterminador-Ölüm Meleği” filminin ana fikri olur. Nostalji takıntısı üzerine yaptığı konuşmalar ise ayrı bir tartışma konusu olur. Geçmişte hiçbir şey bu günden daha güzel, daha mükemmel cereyan etmemiştir. İnsanlar bunu unutarak geçmişi hep kusursuz olarak anımsamak ister. Oyuncu ve karakter uyumu üzerine söylenecek tek bir olumsuz söz yok. Carla Bruni bile doğru bir seçim olmuş.
Bu yılın ve Woody Allen’ın yazıp, yönettiği en iyi filmlerinden birisi.