yazarlar

Mahsun Kırmızıgül Sineması


Mahsun Kırmızıgül yazıp, yönetip, oynadığı üç film daha şimdiden beş milyonu aşan bir seyirci ile buluştu. Sinema yazarlarının da büyük bölümünden övgüler aldı. Türk sinemasında Yılmaz Güney sonrası doğan bir boşluğa doğu insanını odaklayan, sosyal içerikli, mesaj kaygısı taşıyan filmleri ile talip oldu.
Onun, Güney’in sinema anlayışından etkilendiği muhakkak. Sözünü esirgemeyen, mesajını direk veren, sosyal gerçekleri içeren senaryoları ile bir çok soruna güneydoğu insanının gözünden yaklaşıyor. Çoğunluğu gerçek olaylardan yola çıkıyor, kimsenin hayır bu doğru değil diyemeyeceği gerçeklerin altını kalın çiziyor. Yazarken nedenler üzerine odaklanmıyor, olayların karanlık yüzüne kamerasını çevirmiyor. Yaşananları kendi gerçeği içinde göstermekle  yetiniyor. Cesur yaklaşım gösterirken kimseyi de kırmak , direk suçlamak gibi sivri bir tavır takınmıyor.Beyaz Melek'te güneydoğu insanının aile büyüklerine olan vefasını, bağlılığını işlerken bu bölgedeki huzurevlerinin talep olmadığı için kapandığını finalde istatistiki bir rakam olarak veriyordu. İhtiyarlarını terk edenlerin batıda yaşayanlar olduğunu, yozlaşma ve vefasızlığın orada olduğunu vurguluyordu.
Güneşi Gördüm'de ise oğullarından birisi Türk ordusunda askerlik yaparken diğeri PKK saflarında olan iki ateş arasında kalmış Altun ailelerini ele alıyor. Sınırdaki köylerini terk etmeye mecbur edilen kalabalık Güneydoğu ailesinin bir kolu İstanbul’a diğer kolu ise kaçak yollardan Norveç’e göç eder. İstanbul’a gelen Haydar Altun ailesi tam bir parçalanma yaşar. Çocukları ellerinden alınarak çocuk esirgeme kurumuna verilir, ailenin eşcinsel eğilimli Kadri’si travesti olur çıkar, bebekleri ölür. Daha fazla kötülükten kaçmak için doğudaki köylerine geriye dönmek üzere yola çıkarlar. Norveç’de göçmen ayrıcalıklarından faydalanan Davut Altun ailesi ise sosyal devletin tüm nimetlerinden faydalandıkları bir yaşama geçer. Mesaj kaygısının ön plana çıkması bilinen gerçeklerin diyaloglar ile sık tekrarına yol açıyor. Buna karşın karakterlerin sağlam işlenmesi ve yaşanan acıların iç burkan duygusallığı filmin didaktik bir boşluğa düşmesini önlüyor. Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Memleket İsterim, ne başta dert, ne gönülde hasret olsun, kardeş kavgasına nihayet olsun’ mısraları Mahsun’un da mesajını en güzel şekilde yansıtıyordu. Bir sanatçı inceliğinde verilen provakasyondan uzak bir mesaj olarak belleklere kazındı. Sosyal olayları ne kadar gerçek ele alırsa alsın hiçbir film bir çözüm sunmaz. Mahsun’un filmlerinde de çözüm yok. Hissedilen yaralı bir bilinç. Yılların birikimi olan yaralı bir farkındalık. Travmalar ancak üzerine gidilerek iyileştirilebilir . 

Her iki film de yoğun bir duygusallıktan besleniyor. Beyaz Melek duygu sömürüsü sınırlarını çoğu zaman zorlarken, Güneşi Gördüm bu konuda  daha dengeli,daha yalın. Güneşi Gördüm’ün tek sorunu birden fazla çarpıcı yaşam öyküsünü bir arada anlatması. Seyirci tümüne aynı yoğunlukta odaklanamıyor. Terör, göç, eşcinsellik, kontrolsüz doğum derken tümü mesaj taşıyan temalar bir arada zorlanıyor. Hepsinin dramatik akışı, acının arka arkaya sıralanması seyirciye hiç rahat bir nefes aldırmıyor. Olayların akışında bireylerin edilgenliği can acıtıyor. Gerçek bu kadar şartsız kuralsız kabul edilebilir mi? Finalde kardeşin kardeşi namus için vurduğu sahnede zayıf bir ‘hayır, bırak yaşasın’ dökülüyor Mahsun’un dudaklarından. O kadar titrek ve zayıf ki, doğal akışı değiştirmeye gücü yetmiyor.
Mahsun, tüm filmlerinde kalabalık ve deneyimli bir oyuncu kadrosu ile çalışıyor. Tanınmış çok oyuncunun bir arada olmasının iyi hikayeleri zedelediği, dikkat dağıtıp seyirciyi öyküden uzaklaştırabildiği değişmez bir kuraldır. Güneşi Gördüm’de deneyimli Altan Erkekli ve Demet Evgar yanında Cemal Toktay eşcinsel kardeşte ve onun sert abisinde Murat Ünalmış mükemmel oyunculuklar sergiliyor.


Beyaz Melek’te görüntü yönetmeni Eyüp Boz bilhassa Tuz Gölü kenarında çekilen görüntüleri ile düş ve gerçek arası bir duygu veriyordu. Bu kez görüntü yönetmeni Soykut Turhan helikopterlerin dağların arasından süzüldüğü ilk karelerden itibaren mükemmel etkileyici anlar yakalıyor. Finalde gün doğarken köprü üzerinde Kadri’nin soyunması sinema belleğine unutulmayacak bir kare olarak kazınıyor.
Yıllardır gecikmiş bir sözü yüksek perdeden söylüyor Mahsun. Yıllardır gazete köşelerini döşeyen kardeş kavgasını sivri uçları yontulmuş bir hikaye ile beyazperdeye yansıtıyor. Keşke karanlık tarafa biraz olsun ışık tutup, savaşın bitmesini kimler istemiyor sorusuna girseydi. Keşke Norveç’de silah fabrikasında iş verilen göçmen aile bölümü son anda hikayeden çıkarılmasaydı. Keşke politikacıların iki yüzlülüğü birkaç yan karakter ile öyküye dahil edilseydi. İnsanların acısının sadece coğrafi bir yoksunluk olmadığı anlaşılırdı belki. 
Çekim aşaması promosyon çalışması şeklinde geçen 'New York'ta Beş Minare' artık kendini seyirciye kabul ettirmiş bir yönetmenin yeni eseri edasına çok erken sokuldu. Buna gerek var mı ? sorusu çeşitli şekillerde yanıtlanabilir.Basında şişirilen Hollywoodvari film yaftası kabul edilebilir bir yaklaşım olamaz.Her ülke sineması kendi filmini üretir bu tür öykünmeler özentiliğin ötesine geçemez. Arabaların uçtuğu, parçalandığı aksiyon sahnelerini Amerika çıkışlı her sınıf filmde görebiliriz.  Seyircinin beklentisine paralel olarak yatırım büyüdü denilebilir veya Kırmızıgül çıtayı sürekli yükseltmek istiyor da denilebilir. Filmin, kötü eleştirilerden korumak için sinema yazarlarından köşe bucak kaçırılması veya ilk gösterime sadece iyi yazacakların davet edilmesi Mahsun gibi sosyal gerçekçilik üzerine filmleri hedefleyen bir yönetmene yakışmadı. Senaryosu üzerine çeşitli spekülasyonlar yapılan 'New York'ta Beş Minare' didaktik mesaj ve kendi içinde çelişki  tuzağına ilk iki filme oranla daha fazla düşmüş. Her şeyden önce Türk polisi Acar ve FBI ajanı arasında yapılan artık bir gündem oluşturmayacak basitliğe dönüşmüş'Amerika Irak'a petrol için gitti' mesajı böyle iddialı bir filmin diyaloğu olamaz.Daha yaratıcı, 'kör gözüne parmağın' olmayacak şekilde, formüle edecek onca çözüm arasında bu en kolayı.  İkinci hiç inandırıcı olmayan yönde İslami cemaaat liderinin yaşam şeklinde görülüyor. İslamiyeti bu kadar yaşam şekline dönüştürmüş bir cemaaat lideri Amerikalı eşinin Hıristiyan kalmasına izin vermez. Bu hoşgörü sınırlarını aşıp çevresine yaydığı inandırıcılık çemberini yaralar. Her cemaaat daha fazla taraftar kazanmak ister. Hele kızına yabancı isim verilmesine hiç razı olmaz. Hoşgörü ve cemaat ilişkileri sınırlarını bu kadar geniş tutmayı başaramaz. Kırmızıgül'ün karşı durduğuna inandığımız kan davası, aile onuru sorununa finalde bir kurban daha verilmesi hiç bir şeyi değiştiremeyen sadece duygusallığı körükleyen bir tavrın ötesine geçmiyor. Aynen Güneşi Gördüm finali gibi.Sosyal gerçekleri temel alan filmlerin duygusallığı mantıklı, sömürüye sapmadan kurgulaması hatta hiç bir abartıya sapmadan salt gerçeği göstererek acıyı hissettirmesi en ideali. Bu yaklaşıma en iyi örnekleri İtalyan Gerçekçiliğinde veya Fransız Yeni Dalga'da bulabiliriz.New York'ta Beş Minare bu pürüzlere rağmen iyi bir sinematografik anlatıma sahip. Flycam (havadan) çekimlerin biraz fazla olması dışında görüntü yönetimi çok etkileyici.Müzik Mahsun'un her filminde olduğu gibi tematik bütünlüğü tamamlıyor.  Çok fazla mesaj mı yoksa duygusallık mı  ikilemi çoğunlukla dengeyi bozmuyor mu

No comments:

Post a Comment