yazarlar

Acılardan beslenenler…







Gece Vurgunu-Nightcrawler
Yönetmen ve senaryo: Don Gilroy
Oyuncular: Jake Gyllenhall, Rene Russo.

“Daha hızlı olay yerinde ol, daha kan kurumadan çekimi yap”. Amerikan realite kanallarının ve haberciliğinin altın kuralı bu olmalı. “Gece Vurgunu” bu kuralı dibine kadar uygulayan serbest çalışan bir muhabiri tanıtıyor : Louis Bloom (Jake Gylenhall). Kişisel yükselme öyküsü için, gece vukuatlarını seçen Louis, TV kanallarına satabileceği suçların çekimlerini yapmaya başlar. Otomobil kazaları, cinayetler dolayısıyla sıcak cesetler onun en büyük sermayesidir. Hedefi herkesten önce olay mahallinde olmaktır.  

Old Boy’a Hollywood rötuşu


Yönetmen: Spike Lee
Oyuncular: Josh Brolin, Sharlto Copley, Samuel L.Jackson 

 Güney Koreli yönetmen  Chan-wook Park imzalı “İhtiyar Delikanlı-Old Boy” (2003) bir kere izleyenin unutamayacağı filmler kategorisindedir. Sona kadar süren gizem, anti kahraman karakterlerin kendi ve karşılarındaki bedenlere uyguladıkları çiğ şiddet, sokağın ve mekanların kirli atmosferini hissettirmesiyle film kült mertebesine ulaşmıştır. Uzun yıllardır bu filmin Hollywood tekrarı gündemdeydi ve sonunda gerçekleşti. Spike Lee gibi kariyerli bir yönetmene teslim edilen proje, ne yazık ki, tek boyutlu ve ruhsuz bir film olarak geri döndü. Lee, Güney Koreli yönetmen Chan-wook Park’ın uzak durduğu her şeyi yapmış. Dönüşmemesi gerekirken bir aksiyon kahramanına dönüştürülen başkarakter Joe Doucett’in (Josh Brolin) intikam yürüyüşü, orijinalindeki tüm kırışıklıkları ütülenerek düzgün ve pürüzsüz bir şekle sokulmuş. Aşırılıklar Hollywood normlarına göre budanınca, ticari başarısızlık tehlikesi göreceli olarak azalmış.

Aşk acısı ve kan davası


Su ve Ateş
Yönetmen ve senaryo : Özcan Deniz
Oyuncular: Özcan Deniz, Yasemin Allen, Pelin Akil.

Yetmişli yıllarda başlayan arabesk furyasının en önemli aktörleri türkü geleneğinden gelen şarkıcılar olmuştu.  Özcan Deniz acılı aşk filmleri çeken türkü sanatçısı geleneğinin yeni ismi olma yolunda hızla ilerliyor. Geçtiğimiz yıl yönettiği ve başrolde oynadığı “Evim Benim” ile önemli bir gişe başarısı yakalaması, seyircinin arabesk bazlı acılı aşklara olan ilgisinin azalmadığını gösteriyordu. Kitlelerin sevdiği bu ruh durumunu tarif eden arabesklik “Su ve Ateş”’in de kalp atış ritmini belirliyor. Aşkın imkansızlığına eklenen kan davası ve güneydoğu kültürünün moderniteyle olan uyumsuz ilişkisi hikayenin omurgasını kuruyor. İstanbul’da havuzlu villalarda yaşayıp, kan davasını hala bir varoluş şeklinde kabullenmek bu çelişkinin en canlı örneği oluyor.

MAVİ, EN SICAK RENKTİR





La Vie D'Adéle, Chapitre 1 et 2

Yönetmen: Abdellatif Kechiche
Oyuncular: Léa Seydoux, Adéle Exarchopoulos.

Orijinal adıyla “Adéle’in Hayatı, Bölüm 1 ve 2” başkarakteri 17 yaşındaki Adéle’in aşkı, bedenini ve hayatı keşfetmesini anlatıyor. İlk bölümde lise öğrencisi genç kızın içindeki duygusal boşluğu, kendisinden yaşça daha büyük Emma ile doldurmasını, ona aşık olmasını izliyoruz. İkinci bölümde onun bu aşkı kaybedişini, içine düştüğü ruhsal boşluğu…
2013 Cannes Film Festivali Altın Palmiye ödülü kazanan film, lezbiyen ilişki gibi çetrefil bir konuyu olağanüstü doğallıkta, cesur, gerçekçi bir sinema diliyle anlatması yanında, yargılamayan duruşuyla da her türlü övgüyü hak ediyor. 

Behzat Ç.:Ankara’ya karşı










Yönetmen: Serdar Akar

Oyuncular : Erdal Beşikçioğlu, Sanem Çelik, Fatih Artman, Nejat İşler.

Behzat Ç. küçük ekrandaki başarısını (ne yazık ki) sinemada tekrarlayamıyor. Bir türlü sinema tadı veren polisiye olamadı. Bu durumun ortaya çıkmasında, TV’deki aykırı duruşun sinema için çok yenilikçi olmayışı ve daha önemlisi dizideki öykü sadeliğinin sinemaya taşınamaması önemli rol oynuyor. Politik yozlaşmanın yıprattığı polis teşkilatı, adaletsizlik, cinayet öyküsünün dayandığı olay örgüsü, katilin kimliği, şablon kötü karakterler bir araya gelince, film süresi her şeyi layıkıyla anlatmaya yetmiyor. Ortalık dağılınca, öykünün ana damarı olması gereken seri katil kimdir meselesi arka planda kalıyor. Kimse merak etmez oluyor. Diziyi çekici kılan Behzat Ç. ve mesai arkadaşlarının doğallığı, yarattıkları empati sinemada da işe yarıyor. Onların varlığı mizahı ve özgürlüğü enjekte ediyor.

68 RUHU VE DÜŞLER


 

68 Eylül’ünde, karanlık bir Paris sabahıydı. Pasteur durağında metrodan indim, hızlı adımlarla Buffon lisesindeki ilk günüme doğru yürümeye başladım. Okula yaklaştıkça uzun saçlı, blucinli, deri ceketli, sigara içen ben yaşta çocukların çoğaldığını gördüm. Şaşırtıcıydı. Benim gibi mavi ceket, gri pantolon, kravat diktasının sürdüğü bir okul hayatından gelen birisi için, çevre Yıldızlar Savaşı’ndaki gezegen kadar farklıydı. Okulun gri sütunlu girişine yaklaştıkça şaşkınlığım arttı. Öğrenciler küçük gruplar halinde aralarında sigara içip, sohbet ediyor, bazıları yüksek sesle “Kızıl Cephe” dergisi satıyordu. Okulun karşısında iki adet polis panzeri duruyordu. Hayatımda ilk kez polis panzeri görmüştüm. Vietnamlı, siyahi çoğunlukta farklı kökenlerden öğrenciler dikkat çekiyordu. Okula kaydolduğum gün tanıştığım Vietnam asıllı Nguyen yanıma yaklaştı ve “günaydın” dedi. Yüzümdeki şaşkın ifadeyi fark etti, “her gün böyle, bazıları akşamları Quartier Latin’e de gidiyor” dedi. Quartier Latin öğrenci polis çatışmalarının en yoğun olduğu bölgeydi. Elimde kitaplarım, kalabalığı geçerek gri sütunlu kapıdan okulun büyük avlusuna girdim. Artık bende 68 ruhunun bir parçası olmaya hazırdım.