yazarlar


 2000'li YILLARIN EN İYİ 25 FİLMİ


2000’li yılların ilk on yılını bitiriyoruz. İlk on yılın dikkat çeken filmlerini anımsamak için arşivlere girdiğimde kafa karıştıran bir birikimle karşılaştım. Etkileyici ve gişede de başarılı olmuş bir çok film yanında, birer başyapıt düzeyinde olan fakat çeşitli nedenler sonucu geniş anlamda gösterime girememiş filmler arasında karar vermenin ne kadar güç olduğunu gördüm...
Bunların arasından en iyi 25 filmi seçmek hangi kriterlere göre olacaktı? Sinema için yeni bir soluk olabilecek, farklı bir bakışı temsil eden filmler ile Hollywood’un pahalı fakat etkileyici filmleri arasında harman bir liste yapmak ve adil davranmak oldukça zor oldu. En zoru da büyük beğeni toplayan fakat beni nedense çok etkilemeyen filmlere haksızlık yapmama baskısı oldu.

Diğer taraftan onları küçük bütçeli fakat yaratıcı bir dehanın ürünü olan, zamanla kült mertebesine ulaşan veya ulaşabilecek filmler ile sıralamak hoşuma giden bir intikam oldu. Bir kriter olarak da birden fazla filmle döneme vurgusunu vuran yönetmenlerin filmlerine öncelik vermenin daha hakkaniyetli olacağına karar verdim.

Daha fazla sayıda filme yer verebilmek için Türk filmleri için ayrı bir liste yapmak da mantıklı geldi. Nereden bakarsak bakalım son on yılın Türk sineması için yeniden bir yapılanma süreci olarak geçtiğini net olarak görüyoruz.

Genel olarak baktığımızda insanoğlunun gittikçe artan kontrolsüz şiddeti üzerine anlatılan öykülerin sayısı oldukça fazla.

Fantastik filmlerin ise gittikçe gelişen teknoloji sonucu mükemmel bir görselliğe ulaştığına tanık olduk.

Uzak Doğu Sinemasının yaratıcılığına ve estetik duygusuna birçok filmde tanık olduk ve büyük keyif aldık.


1- İhtiyarlara Yer Yok–No Country For Old Man, 2007, Yön: Coen Kardeşler

2- Saklı-Cache ,2001, Yön: Michael Haneke

3- Aşk Zamanı-Fa young nin wa, 2000, Yön: Wong Kar-Wai

4- Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikasti-The Assasination of Jesse James by the Coward Robert Ford, 2007, Yön: Andrew Dominik

5- Dogville, 2003, Yön: Lars von Trier

6- Avatar, 2009, Yön: James Cameron

7- Yüzüklerin Efendisi Üçlemesi, 2002-2004, Yön: Peter Jackson

8- Tanrı Kent-Cidade de Deus, 2002, Yön: Fernando Meirelles

9- Kanlı Pazar-Bloody Sunday, 2004, Yön: Paul Greengrass
10- Açlık–Hunger, 2009, Yön: Steve McQuenn

11- Konuş Onunla-Hable con ella, 2002, Yön: Pedro Almadovar

12- Karanlık Yolculuk-Danny Darko, 2001, Yön: Richard Kelly

13- Paramparça Aşklar Köpekler-Amores Perros, 2002, Yön: Alejandro Gonzalez İnarratu
14- Başkalarının Hayatı-Das Leben der Anderen, 2006, Yön: Florian Henckel von Donnersmarck

15- Mulholland Çıkmazı-Mullholland Drive, 2001, Yön: David Lynch

16- Kara Şövalye-The Dark Knight, 2008, Yön: Christopher Nollan

17- Bir Rüya İçin Ağıt-Dream For Requiem, 2002, Yön: Darren Aronofsky

18- Dönüş-Vozyyrashchenie, 2003, Yön: Andrei Zvydagintsev

19- Amelie-Le Famouleux Destin d’Amelie Poullain, 2001,Yön: Jean Pierre Jeunet

20- Yaratık-Gwoemul, 2006, Yön : Bong Joon-Ho

21- Sarhoş Atlar Zamanı-Zamani Barayi Masti Ashbi, 2000, Yön: Bahman Ghomani

22- Billy Eliot, 2000, Yön: Stephen Daldry

23- Afili Delikanlı-Sweet Sixteen, 2002, Yön: Ken Loach

24- Yasak bölge 9-District 9, 2009, Yön: Neill Bloomkamp

25- Kan Dökülecek-There Will Be Blood, 2007, Yön: Paul Thomas Anderson


2000’li yıllara damgasını vuran isimlerin başında gelen Coen Kardeşlerin 2009’da Oscar ödülünü kucakladıkları ‘İhtiyarlara Yer Yok’ günümüz insanının içinde bulunduğu kötülük dolu ve güvenilmez dünyayı, özgün bir western/polisiye atmosferinde, tek kelimeyle mükemmel olarak yansıtır. Bir para çantasının etrafında dönen sınırsız şiddeti anlatırken, modern çağ insanının evriminin aslında ilkelliğe ne kadar yakınlaştığını ima eder Coen’ler. Avusturya asıllı Michael Haneke festivallerde en fazla ödül kazanan yönetmenlerin başında geliyor. Zamanın ruhunu kavramış sıkı bir düşünür olan Haneke burjuva sınıfının ikiyüzlülüğü, medya simülasyonu, insanoğlunun anlamsız şiddeti, saptırılmış gerçeklerin üzerine giden filmlerinden birisi olan ‘Saklı’ ile son on yıla sağlam bir imza attı. İsimsiz kasetlerin huzursuz ettiği bir burjuva ailenin, geçmişte saklı kalmış bir gerçekle yüzleşmesi ve suçluluğun duygusunun üzerinin örtülmesi düşündürücü bir film. Wong Kar-Wai ismini geniş kitlelere tanıtan ‘Aşk Zamanı’ renk, dekor, kostüm ve sıra dışı kadrajları ile unutulmaz bir estetik gösterisi sunar. 1962 Hong Kong’unda yaşanan imkansız bir aşkı anlatırken, nostaljiyi unutulmaz bir tango müziği ile kaynaştırır. ‘Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikasti’ Yeni Zelanda kökenli Andrew Dominik’in ikinci uzun metrajlı filmi. Western türü için alışılmadık hüzünlü bir atmosferi kurmadaki başarısı, sakin fakat akıcı anlatımı, Robert Ford karakterini canlandıran Ben Casey’in etkileyici performansı filmin en önemli artıları olarak öne çıkar. Öykünün sadece bir suikast ile sınırlanmaması, olayın sosyal etkileri, suikastçinin kaderini izlemesi filmi western atmosferi içinde geçen, bir psikodramaya dönüştürür. Son yirmi yılın en önemli yönetmenlerinden Lars Von Trier insan karakterinin kaotik yapısını, güvenilmezliğini, değişkenliğini teatral bir dekor içinde anlattığı ‘Dogville’ ile sinema tarihinin en ayrıksı filmlerinden birisine imza atar.

Ve James Cameron… 2009’da Avatar ile muhteşem bir dönüş kutlar. Titanik sonrası on yıl kadar sessiz ve derinden giden yönetmen, hareket yakalama teknolojisini kusursuzlaştıran CGI tekniği ile emsalsiz bir 3D görüntü şöleni sunar. Tüm zamanların hasılat rekorlarını kıran film 2000’li yılların en sevilen teması olan insanoğlunun acımasızlığını, sömürgeci çıkarları için her şeyi yakıp yıkabileceğini fantastik bir öykü içinde anlatır.

Evet 2000’li yılların en çarpıcı filmleri genelde insanın kontrolsüz şiddetini konu aldı; Brezilyalı yönetmen Fernando Meirelles’de ‘Tanrı Kent’ ile ülkesinin varoşlarında yaşanan savaşı, belgesele yakın bir anlatım ile gösterir. İngiliz Paul Greengrass ise Berlin’de Altın Ayı kazanan ‘Kanlı Pazar’da İngiliz polisinin yürüyüş yapan sivil İrlandalılara uyguladığı katliamı konu aldı. Aynı Greenrass ünlü Bourne serisinde yaptığı ‘Medusa Darbesi’ ve ‘Son Ültimatom’ ile birinci sınıf iki aksiyona da imza atarak, son on yılın çıkış yapan yönetmenleri arasında üst sıralarda yerini aldı. Politik sinemanın en sıkı örneklerinden birisi de 2008 Cannes’da Altın Kamera ödülü alan ‘Açlık’ oldu. Genç yönetmen Steve Mc Queen ilk uzun metrajında IRA’nın önderlerinden Bobby Sand’ın 1981 yılında Long Kesh hapishanesinde, kendisiyle birlikte dokuz kişinin ölümüne yol açan açlık grevini anlatıyor. Film sistemin hapishanede uyguladığı düzenli şiddeti, Sand’ın açlık grevinde her geçen gün erimesi, vücudunda açılan yaralar, bilincini yitirmesini unutulmayacak kareler ile yansıtır. Sabit bir kamera açısından verilen direnişçi ve rahip arasında 23 dakika süren tartışma tüm direnişin özünü söze dökerken, bedensel direnişin de intihardan olan farkını ortaya koyar.

Mulholland Çıkmazı
iki binli yılların üzerinde en fazla konuşulan, farklı yorumlanan filmi olur. Sinema dünyasının anlaşılması en zor yönetmenlerinden olan David Lynch seyircisine bir kez daha birleştirmesi için bir ‘puzzle’ sunar. Başrol oyuncusu Naomi Watts’ın söylediği gibi ‘seyircinin yanında eve götüreceği’ bir filmdir. Filmde Hollywood rüyasını, gerçek ve kabus arasında bir meddi cezir’e dönüştüren Lynch, Film Noir sınırlarında yürümeyi de ihmal etmez. Bir trafik kazası sonrası geçmişi anımsamayan Rita ile neşeli, fıkır fıkır, artist olma hayalleri kuran Betty şehvet ve tutku dolu ilişkilerinde, yavaş yavaş birbirlerine dönüşmeye başlar. Bu dönüşümün gerçekte zihinde yaşanan bir rüya olduğunu, gerçekte birisinin diğeri gibi olmak arzusu olduğunu, onu cinsel olarak da arzuladığını içerdiğini anlıyoruz. Film Hollywood rüyasının baştan sona kayıtlı olduğunu gerçekte her şeyin kirli eller tarafından yönetildiğini yan kısa hikayeler ve karakterler ile anlatır. Öykü filmin başlangıcındaki Mulholland Çıkmazı levhasından sonra, kıvrılıp giden yol gibi, karanlığa doğru seyrederken seyirciye de yorumlamak düşüyor.

2007’de Yabancı Film Oscar’ını kazanan Başkalarının Hayatı, Berlin Duvarının yıkılmasından önce, Doğu Almanya sosyalist partisinin sanatçılar, entelektüeller üzerindeki baskısını konu alan bir öyküyü anlatır. İstihbarat teşkilatında izleme ve dinleme görevlerinde uzmanlaşmış, gizli polis Gerd Wiesler (Ulrich Mühe) bir grup sanatçıyı dinleyerek sistem aleyhine faaliyetleri hakkında kanıt toplamaya çalışır. Gördükleri, duydukları kendi yaşamı, parti politikası üzerine olan inancını ciddi şekilde sarsar. Özgür düşüncenin insan bedeninden uzaklaştırılamayacak kadar bir parçası olduğunu kavramaya başlar. Ulrich’in çizdiği görevine sadık polis portresi tüm zamanların en başarılı oyunculuk performanslarından birisi olur. Oyuncu filmden kısa bir süre sonra yaşamını kaybeder. Yönetmen Donnersmarck ise ilk uzun metrajında harikalar yaratır ve Hollywood’a transfer olur.

Richard Kelly, Karanlık Yolculuk-Danny Darko ile en iyi ilk film yapan yönetmenler arasına adını yazdırır. Senaryosunu da kendi yazan Kelly, zaman içinde yolculuk kavramı gibi fantastik bir temayı gerilim dolu bir öykü ile harmanlar. Uyurgezer, şizofren bir ergenin karanlık dünyasını, tutucu kasaba yaşamına yapıştıran Kelly, yarattığı gizemli atmosfere kuantum fiziği gibi ilginç bir kavramı eklerken, gelecek ve geçmiş arasındaki ilişkiyi sorgular. Geniş bir seyirci kitlesine ulaşamayan film, kulaktan kulağa yayılarak zamanla bir kült filme dönüşür. Katıldığı birçok festivalden ödülle dönen filmde, Darko’yu oynayan Jack Gyllenhaal daha deneyimsiz bir oyuncu olarak başarılı performansı ile dikkat çeker. Son on yıla hakim karanlık filmler arasında Bir Rüya İçin Ağıt, uyuşturucu alışkanlığı, yalnızlık ve TV bağımlılığı üzerine birbirine paralel çarpıcı yaşam öyküleri anlatır. Brooklyln’den bağımlıkların yıktığı dört yaşamın üzücü yaşamlarını tanıtır. 2008’de Güreşçi ile sıkı bir çıkış yapan Darren Aronofsky’nin en başarılı filmlerinden olur. Diğer karanlık bir öykü ise Batman-Gece Şövalyesi tüm zamanların en başarılı çizgi roman uyarlaması olarak anılır. Çekimler sonrası yaşamını kaybeden Heath Ledger’in canlandırdığı Joker karakteri Oscar ile ödüllendirilir. Yönetmen Nolan yönettiği ikinci Batman ile seriye yeni bir ruh kazandırdığını kanıtlar. Rus yönetmen Andrei Zvyagintsev, Dönüş ile çok başarılı bir ilk film gerçekleştirir. Yıllar sonra geri dönen bir baba ve oğulları arasındaki ilişkiyi anlatan öykü, unutulmayacak bir final ile sonlanır.

Amelie ise bu karanlık dönemin en renkli ve umut dolu filmi olur. İyi kalpli Amelie başkalarını mutlu etmek için çırpınır durur. Son Umut ise artık insanın üreyemediği bir dünyadan distopik ve karamsar mesajlar gönderir. Gerçekçi yapısı ile son yılların en başarılı bilim kurgusu olur. Neill Bloomkamp ise Yasak Bölge 9‘da uzaylılara yeni bakış açısı getirir, dünyada mülteci muamelesi gören itilip, kakılan yaratıklar olarak insanların şiddetine maruz kalırlar. Güney Kore Sinemasının son yaratıcı yönetmeni Bong Jon-Ho ise Yaratık ile bu türe yeni bir soluk kazandırır. Sudan çıkan bir yaratık çevresinde insan ilişkileri tartışılır. Mizahi bakışı hiç kaybetmeyen bir yaratık filmine çok sık rastlanılmaz.

2000’de Cannes Altın Kamera ödülü kazanan Bahman Ghomadi’nin Persçe-Kürtçe filmi Sarhoş Atlar Zamanı, yoksulluk ve çaresizlik üzerine insanın içini acıtan kareler sunar. Görselliğin ön planda olduğu öykü Ghomadi’nin kendi toprakları olan İran yakınlarındaki Bane köyünde çekilir.

Kan Dökülecek’de toz toprak içinde bir petrolcü köyünde geçer. Ama bu kez yönetmen Paul Thomas Anderson Amerika’nın temelini oluşturan sömürgeci ruhun bir insan bedeninde nasıl acımasızlığa dönüşebileceğini, insani değerlerini nasıl kaybedebileceğini, sermaye-din iş birliğini epik bir öykü ile anlatır. Daniel Day-Lewis’e ikinci Oscar’ını kazandıran performansının bilhassa son yarım saatlik bölümü inanılmaz bir oyunculuk dersidir. Ken Loach üretken bir yönetmendir. Son on yılda toplam beş film yapan usta İngiliz bilhassa Afili Delikanlı ile dikkat çekti. İngiliz varoşlarından kopup gelen gerçekçi bu öyküde sinemasının tüm nüvelerini bulmak mümkün; umut, çaresizlik, sevgi, pes etmemek. Pedro Almadovar son on yılı sinemasına yeni bir bakış açısı, yeni bir renk kazandıramadığı için çok formda geçiren yönetmenler arasında sayılamaz. Fakat Onunla Konuş Almadovar’ın sinemasının tüm renklerini, ahengini taşıyan bir film oldu. Almadovar’ın çok farklı işler yapmasını da istiyor muyuz? 

No comments:

Post a Comment