yazarlar

FRANCIS FORD COPPOLA 

DESTANSI FİLMLERİN YÖNETMENİ 


Bazı filmler yönetmenlerinin adıyla da özdeşleşir. Sinemayı eğlenceden öte görmeyen ortalama seyirci bile bu filmler vasıtasıyla yönetmenlerini tanır.  Jaws ve Steven Spielberg , Yıldız Savaşları ve George Lucas örneklerinde olduğu gibi….Baba ve Coppola  da birbirlerini çağrıştıran film/yönetmen eşleşmelerinin başında gelir. Bir yönetmenin geniş kitleler tarafından tanınması şüphesiz filmin gişe başarısına bağlıdır. Francis Ford Coppola  genç yaşta Baba üçlemesi ile sinema da  kazanılacak her şeyi kazanırken, Amerikan Sinema Akademisi de  dizinin ilk filmini tüm zamanların en iyi 100 filmi arasında ikinci sırada gösteriyordu. Coppola’nın yönetmen olarak başarısı bir gangster filmini türünün bilinen klişeleri içine hapsetmeden karakterleriyle , müziğiyle , entrikasıyla destansı soylu bir anlatıma dönüştürmesinden kaynaklanıyordu. Bu anlatım tarzı Coppola ‘nın kanında var olan bir hücre  bir gen adeta. Babasının klasik müzik bestecisi ve orkestra şefi annesinin ise bir aktris olmasının getirdiği genetik bir özelliktir belki . Baba Carmine daha sonraları oğlunun  bir çok filminin müziğini yapar veya yapılmasına yardımcı olur. UCLA Üniversitesinin Sinema bölümünde eğitim gördükten sonra ilk filmlerini amatör olarak yapar daha sonraları yönetmen Roger Corman’ın yanında çalışmaya başlar. Kısa zamanda film bitirmesiyle tanınan Corman’ın yanında pratiğini arttıran Coppola onun yardımıyla da ilk uzun metrajını Dementia 13 çeker. Bu arada senaryo çalışmalarında  İs Paris Burning ? , Patton gibi birinci sınıf filmlere katkıda bulunur. 1966 yılından başlayarak çektiği ve gişede fazla ilgi görmeyen You’re a Big Boy , The Rain People , Finian’s Rainbow  onun genç yetenekler arasında yer almasına yol açar. Büyük bir proje için beklentisi Paramount Şirketinden Albert Ruddy’nin kendisini aramasıyla gerçekleşir. Ruddy , Mario Puzo’nun The Godfather romanının sinemaya uyarlanmasında kendisine yönetmenliği teklif eder. Mario Puzo  senaryoyu da kaleme alırken Marlon Brando’yu Don Corleone rolü için düşünmüştür. Sayısız telefon konuşmasından sonra Brando’yu ikna etmeyi başarır. Puzo daha sonra Coppola ile senaryoyu bir kez daha baştan elden geçirir. Coppola otuzlu yaşlarında senaryosunu yazdığı, yönettiği The Godfather-Baba ile sadece kendini kanıtlamakla kalmadı Brando dışındaki genç Al Pacino, Robert Duvall, James Caan, Diana Keaton oyuncuların da yıldız mertebesine yükselmesine yardımcı olur. Coppola o yıllarda düşüş yaşamakta olan klasik gangster türüne destansı bir anlatım , epik bir atmosfer vermeyi başarır. Coppola bir söyleşisinde çekimlerden önce Baba’yı kral ve oğulları gibi düşündüğünü söyler. Öyle de gerçekleştirir. Bir mafya filminde aileyi ön plana taşırken bireyleri arasındaki iç dinamiği müthiş yansıtır. Aralarında bağlılık ,  dürüstlük , hiyerarşi, işlerinde sarsılmaz bir sistem vardır. Mafya eylemleri onların işidir ;  bu konuda olabildiğince etik ve disiplinli davranırlar örneğin ahlaken sakıncalı gördükleri için uyuşturucu işine girmezler. Bir şekilde Amerikan Rüyası’nın bir parçasıdırlar. İyi yaptıkları bir işte başarılı olup iktidarı ele geçirmişlerdir.  Filmin ‘Amerika’ya inanıyorum’ repliğiyle başlaması , Michael Corleone’nin(Al Pacino) 2.Dünya Savaşından yeni geri dönmesi toplumsal aidiyeti göstermesi açısından tesadüf değildir. Coppola klasik bir mafya-polis mücadelesi yerine seyirciyi Corleone ailesinin dünyasına sokup özdeşleşeceği kahramanı da bu çevreden seçmesini mecbur kılar. Bu Puzo’nun ‘karakterleri iyi adamlar olarak yazdım’ demesini haklı çıkartan bir yaklaşımdır. Aslında Baba karakterden çok Don adıyla tanımlanan koltuktaki liderin öyküsüdür. Bu makam bir dokunulmazlığın bir iktidarın sembolü olarak üçlemenin her birinde baş roldedir. Film 1972 yılında en iyi film, Brando en iyi aktör Coppola ise en iyi uyarlama senaryo Oscar ödülünü kazanıyordu. 
Tarihin en başarılı devam filmi olarak gösterilen ‘Baba 2-The Godfather 2’ Coppola’nın ününü perçinliyordu. Bu kez Coppola baba Vito Corleone ‘nin gençlik ve yükselişini, oğul Michael Corleone’nin yükseliş ve düşüşünü birbirine paralel iki öykü olarak anlatır. Film yirmili yılların New York’u ve ellili yılların Vegas’ı arasında sıçrayarak geçer. Michael ( Pacino) aile içinde ortaya çıkan çatlaklar , politik baskılar , Küba’daki karanlık işler arasında düşüşe geçmiş bir liderdir.  Mafya ailesi olmanın çok da imrenilecek bir yanı yoktur artık. 1974 Oscar ödüllerinde yine en iyi film ve bu kez en iyi yönetmen dalında kazanır. Üçüncü ve son bölüm 1990 yılında gerçekleşir. Artık yaşlanmış Michael Corleone gençleri suçtan ve mafya gibi organizasyonlardan uzak tutmaya çalışmaktadır. Bu arada Vatikan ile olan maddi bağları ve yeğeni Vinnie (Andy Garcia)  ile kızı Mary’nin (Sophie Coppola) gönül ilişkisi gibi sorunları vardır. Üçüncüyü en unutulmaz kılan final bölümündeki  cinayet ve opera müziğini üst üste bindiren dramatik sekanstır. Coppola üçlemeyi bir hayranı olduğu opera dramasında bitirir.
1975 yılında çektiği Konuşma_The Conversation küçük bir baş yapıt olarak tarihe geçer. Gene Hackman’ın mükemmel performansıyla o yıllar için bilinmeyen bir gerçek olan iletişim ve başkalarını dinleme alanındaki ürkütücü gelişmeleri perdeye taşır. Aynı yıl  Watergate Skandalının patlamasıyla film gerçek yaşamdaki irdelemesini yaşar.Hackman’ın içine düştüğü paranoyayı Antonioni filmlerini anımsatan tekinsiz ve yalnız bir atmosferde yansıtır Coppola.
 Baba üçlemesinin ilk ikisinin başarısından başı dönmüş olarak mega projelere  yönelir. Hayal ettiği her şeyin aynı başarıyı tekrarlamasını bekler. Vietnam filmleri arasında  özel bir yere sahip  ‘Apocalypse Now-Kıyamet’ yaşamında gerçekleştirdiği en stresli , en çılgın proje olur. 12 milyon dolar bütçe çerçevesinde hazırlanan proje 3o milyona  , yönetmenin üç yılına , gişede büyük bir başarısızlığa mal olur. Filipinler’de 34 ay süren çekimler sonrasında yaklaşık 500 kilometre film materyali ile ülkesine döner. Bu arada çekimler esnasında tayfun , sıtma ve uyuşturucu gibi bir çok sorunla mücadele etmiştir. Joseph Conrad’ın Karanlığın Yüreği romanından esinlenerek Vietnam’a uyarladığı bir  kendini arayış, yeniden doğuş öyküsüdür. Savaşın ruhen yıktığı Yüzbaşı Willard birliğiyle Kamboçya’ya geçip vahşi bir kabilenin başına geçmiş Albay Kuntz’u bulup yok etmekle görevlendirilir. Gerilim dolu nehir yolculuğu albayın gizemli yaşantısını sürdürdüğü yere ulaştırır. Seyircinin özdeşleşebileceği kahraman barındırmayan, katıksız bir savaş karşıtı olan film müzik ve görüntülerinin uyumuyla yer yer bir operayı andırır.
Coppola’nın sonraki projeleri büyük başarılardan uzak kaldı. Sonraki iki müzikal filmi ‘One From Heart’ ve ‘Cotton Club’ eleştirmenlerin olumlu yaklaşımlarına rağmen seyircinin içini ısıtmaktan uzak kaldılar.1983 ve 84 yıllarında yaptığı iki gençlik filmi ‘Dışardakiler-Outsiders’ ve ‘Siyam Balığı- Rumble Fish’ yine bir öncekiler ile aynı kaderi paylaştılar. Siyah beyaz çektiği Siyam Balığı varoluşçu felsefesi ve gelecekte her biri yıldız olacak oyuncularının varlığıyla   çok geçmeden bir kült filme dönüşür.
Peggy Sue Evleniyor(1986)  High School romantizmini fantastik unsurlar ile harmanlayan daha çok Kathleen Turner’ın karizmasından destek alan bir film olarak fazla dikkat çekmez. Tucker (1987) ise hayallerinin peşinden giden ve en iyi otomobili yapmaya hayatını adayan sonunda sistemin kurbanı olan Preston Tucker’ın gerçek yaşam öyküsünü anlatırken Coppola kendisiyle paralellik çizen bir karakteri resmediyordu. Her iki filmde Coppola’dan beklenenlerin uzağına düşen küçük ölçekli filmler olarak kalır.
1990 da Baba’nın üçüncü ve son bölümüyle silkelenen usta yönetmen 1992 de şanına uyan bir Dracula filmiyle yine klasını gösterir. Bram Stoker’s Dracula yazarın orijinal eserinden uyarlanan; set tasarımı , efektleri ,makyaj çalışmasıyla çarpıcı bir gösteriye dönüşmüş ürkütücü , erotik , modern bir vampir filmi olarak yönetmenin sinematografisine kazınır.
Sonraki yıllarda sinemanın  hep içinde kalan yönetmen yönettiği ‘Yağmurcu-The Rainmaker’ ve’ Jack’ dışında ‘Jeepers Creepers’ , ‘Kinsey’ , ‘Lost in Translation’ gibi filmlerin prodüksiyonunda yer alır. Yazdığı ve yönettiği  ‘Youth Without Youth’ oldukça iyi eleştiriler ile karşılandı. Tüm yapımcılık çalışmalarını1968 de kurduğu prodüksiyon şirketi American Zoetrope çatısı altında sürdüren Coppola geçmişin başyapıtlarını da hiçbir ticari menfaat beklemeden tekrar eşeleyerek gün ışığına çıkartıyor. Örneğin sessiz sinemanın başyapıtlarından olan Napoleon (1927) veya Kurasawa’nın Kagemusha’sının tekrar gösterime girmesini sağlar ve  Amerika dağıtımını üstlenir.
Belki her zaman başarılı olamadı fakat her zaman hayallerinin peşinde koşmaktan vazgeçmedi. Amerikan sinemasının yetiştirdiği en sıra dışı  simalardan  birisi Coppola. Sinema onun yaşam şekli oldu ve olmaya devam edecek.                        

No comments:

Post a Comment