“Pi’nin Yaşamı” görselliğiyle
seyredeni kollarına alıp uçuran bir film. 3D’nin maheretiyle seyircisini
kurduğu düşsel dünyanın bir parçası yapmayı başarıyor. Öykünün masalsı anlatısının
3D görselliğine mekan ve içerik olarak uyumlu olması kadar, yönetmen Ang Lee ve görüntü yönetmeni Claudio Miranda’nın becerileri de her türlü övgüyü hak ediyor. Hikaye
baştan sona modern zamanların yeni dinler kitabı olarak yorumlanabilir. Küçük
yaşlardan itibaren Tanrı ve inanç üzerine kafasında şekillenen sorulara aradığı
yanıtları Katolikliği, Müslümanlığı ve son olarak Hinduizmi öğrenerek yanıtlamaya çalışan Pİ Patel adındaki Hintli çocuk, bu
konudaki kuşkularını tam anlamıyla yenemese de, inançlı olmayı seçer. Kanadalı
yazar Yan Martel’in kendisini yaşamda
yalnız hissettiği bir dönemde (kendi sözleri) yazmaya başladığı romanında
anlattığı fantastik hikayeyi ”ne olursa
olsun inancını kaybetme” tavsiyesiyle yoğuruyor. Bu öneriyi Ang Lee kurduğu
düşsel dünya içinde inandırıcı bir hale dönüştürmek istiyor ve başarıyor. Bu inandırıcılıktaki
en büyük pay görselliğin yarattığı hipnotik etkide saklı. Anlattığı masalın
gerçek ve mantıklı bir öykü gibi algılanması kaçınılmaz oluyor. Başlangıçta
öykü arayan bir yazarın Hindli bir adamı ziyaret ederek onun anlattıklarından
yola çıkması inandırıcı olmayı hedefleyen alt yapıyı oluşturuyor.
Öykü Hindistan’da başlıyor ve Patel ailesiyle tanışıyoruz. Ailece hayvanat
bahçesi çalıştırdıklarını öğreniyoruz. Ailenin küçük oğlu Pi Patel küçük
yaşlardan itibaren dine ve inanca önem verir. Katoliklikle başlar,
Müslümanlıkla devam eder sonunda Hinduizmle tanışır. Günün birinde hayvanlarını
baba Kanada’ya satmaya karar verir. Hindistan’dan yola çıkan bir nakliye gemisine
bahçenin tüm hayvanları yüklenir. Gemi yolda yakalandığı felaket fırtınada
batar. Pi, bir kaplan, bir orangutan, bir sırtlan ve bir zebra ile kurtarma
filikasında bulur kendisini. Kısa bir
sonra da Richard Parker adındaki kaplanla baş başa kalır.
Alt metine daha derin bir bakış atılacak
olursa “çalılık ruhu” olarak
adlandırılan bilinç dışı duruma ulaşılıyor. Pi Patel’in yaşadıklarından sonra
Japon yetkililere anlattığı alternatif hikayeden yola çıkılır ve bunun gerçek
yaşanan olduğu kabul edilirse, insanın ruhunu doğada bir bitki veya bir hayvan
olarak adlandırdığı anlayış ortaya çıkıyor. İlkel insandan gelen bu inanış
doğayla baş etmenin bir yolu olarak görülür. Bu inanışın Pi Partel’e
yaşadıklarından sonra vicdani hesaplaşmadan kaçış, kendisini iyi hissetme
konularında yardımı yadsınamaz. Anlattıklarından
hangisinin gerçek olduğuna inanmak seyircinin kararına kalıyor.
Hayatta inancı bir kurtarıcı gibi kabullenmek isteyen bir yazarın
hikayesini muhteşem bir görsellikle inandırıcı kılıyor Ang Lee. Tartışılması
gerekenler kesinlikle filmin mesajında gizli. İnanç pusulası her yöne dönerken
sonunda Kabala ve Budizm arasında bir yerde duruyor.
No comments:
Post a Comment