Klasik bir romanın beyazperde uyarlaması birçok yönetmen için korkulu
rüya olabilir. Romanın şöhreti yönetmenin tüm yaratıcılığını kısıtlayabilir.
Öykünün ruhunu yaralamamak adına risk almadan, çizgisel anlatımla, dönemi mekan
ve kostüm olarak yansıtmakla yetinebilir. Bu olumsuz durum edebiyattan yapılan
birçok kötü ve sıradan uyarlamanın temel nedenidir. Bu güne dek 1915’den
itibaren otuza yakın uyarlama yaşayan Anna Karenina, bu kez
İngiliz yönetmen Joe Wright’ın
cesur, deneysel sayılabilecek
katkılarıyla tekrar yaşama dönüyor. Wright, Tolstoy’un bin sayfalık eserini tiyatro
sahnesine taşıyarak müzik ve koreografi eşliğinde müthiş bir dinamizmle anlatıyor.
Hem de öykünün dramatik yapısını zerre kadar zedelemeden tüm karakterlerin
hakkını vererek. Baz Luhrman’ın “Moulin Rouge” da yaptığı post modern anlatım
bu kez “Anna Karenina” nın ruhuna giriyor. Tiyatroyu
sahne, kulis, salonu, tavanı, balkonu, sokağa açılan kapısına kadar tüm
mimarisiyle kullanan Wright bu ağır eseri uzun bir balo sahnesi çekmiş.
Tom
Stoppard’ın kaleme aldığı senaryo dinamizmine ve içerdiği 180 sahneye
karşın anlamından ve karakter derinliğinden hiç bir şey kaybetmiyor. Tolstoy’un
büyük özenle yazdığı küçük ayrıntılar, uzun betimlemeler bile bir şekilde görsel
güzelliğe dönüştürülmüş. Örneğin Vroski’nin
katıldığı at yarışı sekansı tiyatro sahnesinden dışarıya savrulan at ve
binicisi unutulmayacak bir sinema anına dönüşüyor. Anna’nın o anda gösterdiği heyecan ve attığı
çığlık yasak aşkın bir ifşaatı olarak yankılanıyor tüm salonda. Önceki
çevrimlerde çok üzerinde durulmayan Levin ve Kitty arasındaki aşk (romanda Levin, Tolstoy’un alter egosunu
temsil eder) bu kez anlamlı bir şekilde işliyor. Levin karakterine bir parantez
açmak gerekirse onun taşra ve kırsal arasındaki karşıtlığı temsil ettiğini ve
kırsal yaşamı, tarlaları, işçilerle orak sallamayı tercih ettiği detaylı
planlarla görselleşiyor.
Yüzyılın en görkemli yasak aşkı olarak
tanımlanan Anna ve subay Vronin arasındaki ilişki Keira Knightly’nin aşkını, tutkusunu ve acısını seyirciye geçirdiği
bir gösteriye dönüşmüş. Wright’ın yakın plan çok sık gösterdiği Knightly
anlamlı gülüşü ve asil duruşuyla mükemmel bir seçim olmuş. Anna Karenina
oynayan tarihe geçer savına karşılık olacak bir performans sunuyor Knightly.
Vronski’de Aaron Taylor Johnson soğuk, güven vermeyen aşık olarak duruyor. Bu
duruş Rus erkeğinin genel yansıması veya öykünün gidişatı açısından kasıtlı bir
seçim olarak yorumlanabilir. Anna’nın kocası Karenin’i canlandıran Jude Law anlayışlı, üzüntüsünü bir yere
kadar içine gömebilen karakterde kariyerinin en olgun oyunculuğunu gösteriyor.
No comments:
Post a Comment