yazarlar

X-MEN : GEÇMİŞİN İZİNDE


Hollywood tekrar filmlerinden hiç bıkmayacak gibi duruyor. Nasıl bıksın en kötüsü bile parasını çıkarıyor. Sinema endüstrisinin kuralları içinde her birisi diğerinden daha farklı gibi sunulan fakat sonuçta aynı olan bir ürün karşımızda : “X-Men: Birinci Sınıf”. Hikayeler bir noktaya geldikten sonra tekrar başa dönülerek geçmişi eşelenen kahraman filmlerinden “X-Men:Birinci Sınıf”.Mutantların nasıl seçildiği ve okul yılları büyük bir nostalji ile anlatılıyor. Nostaljinin arka perdesinde ise gerçek tarihi olaylar var. Altmışlı yıllar, Amerika ve Rusya arasında soğuk savaş dönemi,  Küba krizi… Siyah beyaz televizyon ekranından J.F.Kennedy’nin arşivden konuşmaları ile öykü inandırıcı kılınmaya çalışılıyor. Burada inandırıcılığın ötesinde olan tek olay mutantların tarihi değiştiren karakterler olması. Bu tür fantastik hikayelerde gerçeğin bu denli manipüle edilmesi insanın içini burkuyor doğrusu.

“X-Men:Birinci Sınıf” Magneto ve Profesör X gibi serinin önemli karakterlerinin gençlik yıllarında geçiyor. Bu şekilde 1963 yılında Stan Lee ve Jack Kirby tarafından yayınlanan çizgi roman serisinin doğuş yıllarına dönüş yapılıyor. Doğal olarak o yılların önemli politik olayları arka planda kullanılmış. Domuzlar Körfezi Krizi ve Amerika’nın komünistler ile olan soğuk savaşı. Türkiye’nin de bu kriz döneminde de adı sıklıkla geçiyor. CIA ısrarla Rusya’yı kontrol edebilmek için sınırlarımız içinde askeri üs açmak için uğraşıyor. Başta yazdığım gibi arka plandaki tarihi olaylar gerçeklere dayanıyor. X-Men serisini diğerlerinden ayıran özelliklerden birisi de sürekli politik söylemleri içermesi. Bryan Singer’ın yönettiği ilk bölümden başlayarak azınlıklara bakış açısı, iktidar kavgası, milliyetçilik, cinsel politikalar gibi konuları macera içine dahil etmesine tanık olduk. Mutantlar ve normal insanlar arasındaki güvensizlik bu tür tartışmalara her zaman zemin hazırladı.
Elektromantik gücü sayesinde çevresindeki metallere hükmedebilen bir mutant olan Magneto’nun (Michael Fassbinder), Ausschwitz kampındaki çocukluk yıllarında başlıyor öykü. Onun bu yeteneğini fark eden, kendisi de kinetik enerjiyi istediği kullanabilen bir mutant olan Sebastian Shaw (Kevin Bacon) o yıllarda Nazilere yardım ederek dünyayı ele geçirme planı yapmaktadır. Kendi emrinde bir mutant ordusu yaratmak isteyen Shaw için Magneto ideal bir askerdir. Magneto’nun, bu ölüm kampından canlı kurtulması bir şekilde Shaw sayesinde gerçek oluyor. Profesör X (James Mc Avoy) ise gençlik yıllarında telepatik güçlerini karşı cinsi etkileme konusunda da kullanan tam bir bilim adamı. Her iki süper mutantın bir araya gelmesi CIA’nin ısrarları sayesinde oluyor. Onların güçlerini Küba Krizi’nde kullanmak isteyen Amerikan Hükümeti Profesör X’in liderliğinde Mystique, Havok, Banshee, Dr.Moira, Beast gibi farklı güçleri kullanabilen mutantları bir araya getiriyor. Bu ara Sebastian Shaw savaşını Rusların cephesinde sürdürmektedir.
Kötülerin cephesinde dikkat çekici karakterler toplanmış. Bin bir surat oyunculardan olan Kevin Bacon’un yaptığı en iyi işlerden olan, karizmatik kötü adam karakteri, bu kez Sebastian Shaw ile vücut buluyor. Onun sağ kolu olan, vücudunu fiziksel zorluklar karşısında elmasa dönüştürebilen Emma Frost kimliğinde January Jones oldukça iyi. Karşı cephede ise Magneto’da Michael Fassbinder ise bir nevi James Bond karizmasında. İlk bölüm altmışlı yıllarda geçen bir casusluk filmi gibi akarken ikinci bölümde artık sıradan bulduğumuz ve hayli uzun fantastik aksiyon sahneleri ile geçiyor.
          
             

No comments:

Post a Comment