yazarlar

ÇAĞIN RUHUNU YAKALAYAN YÖNETMEN: DAVID FINCHER



Doksanlı yılların başlarından itibaren Kara Film “Film Noir” türüne getirdiği yenilikler ile önce küçük kitleler tarafından takdir edilen bir yönetmen oldu    David Fincher. O yıllarda “Ben Kwai Köprüsü gibi büyük işlerle uğraşamam, dip not olabilecek filmler yaparım” diyen Fincher zamanla bu “ ıvır zıvır” işlerle  özgün bir sinematografi yakaladı. Kendisini izleyen kitle büyüdü, zaman zaman orta akım sinemanın güvenli, barışık sularına doğru dümen kırması bile dozunda kaldı, hayal kırıklığı yaratmadı.

OSCAR’I BEKLERKEN


27 Şubat gecesi Kodak Theatre dağıtılacak 83.Oscar ödüllerinin adayları belli oldu. Her yıl adayların açıklanmasından sonra Oscar’ı Beklerken yazısını yazmaktan özel bir keyif alıyorum. Bana bir şekilde, geçmişte sadakatle yazdığımız bayram tebriklerini hatırlatıyor. 12 adaylık ile “King’s Speech-Zoraki Kral”, 10 adaylık ile “True Grit-İz Peşinde” en iddialı filmler.

“Zoraki Kral” akademinin hoşlandığı türden bir dönem filmi. İkinci Dünya Savaşı geliyorum dediği yıllarda, İngiltere tahtına çıkması gereken varis Prens Albert kekemeliği yüzünden zor durumdadır. Konuşma terapisti Lionel Logue’un sıra dışı yöntemleri ile bu özrünün üstesinden gelmeye çalışır. Hafif bir tebessüm ile seyredilen dramda, kekeme kral rolünde mükemmel bir oyunculuk sergileyen Colin Firth Oscar’a en yakın aday. Colin Firth, Geofrey Rush ve Helena Bonham Carter’ın sürüklediği film festivallerden bir çok ödül ile döndü. Oscar kazanması sürpriz olmayacak. 
Yılın en farklı filmi olan “Başlangıç-Inception” hak ettiği en iyi film ve özgün senaryo dalları olmak üzere 7 adaylık aldı fakat yönetmen Christophe Nolan garip bir şekilde aday gösterilmedi. Senaryonun kafa karıştırıcı yönü akademi üyelerinin çok hoşuna gitmedi anlaşılan.
Darren Aranofsky “Güreşçi” den sonra bu kez bir balerinin dramını “Siyah Kuğu-Black Swan” da psikolojik gerilimle anlatıyor. Filmi sarmalayan  “Kuğu Gölü Balesinin” eşsiz müziği, Nathalie Portman’ın mükemmel performansı,sanrılar ve tedirgin atmosfer, akılda kalan bir film ortaya koyuyor. Portman Altın Küre’den sonra en iyi kadın oyuncu ödülünün bir numaralı adayı.

AŞKIN YENİDEN UYANIŞI

BENİM ADIM AŞK- IO SONO L’AMORE
 

YÖNETMEN: LUCA GUADIGNINO
OYUNCULAR: TILDA SWINTON, FLAVIO PARENTI, EDOARDO GABRIELLINI.
‘Benim Adım Aşk-Io Sonore L'amore’ kısaca, bildik sularda bir aşk, iktidar çatışmasının farklı, şiirsel sinematografi ile tekrarı olarak tanımlanabilir. Melodramın aşk, ihanet, ölüm, yıkılan aile gibi klasik öğelerini bünyesinde harmanlarken, tek bir oyuncunun sıra dışı performansının, her şeyi ne kadar değiştirebileceği bir kez daha tekrarlanıyor. Bu oyuncu İngiliz asıllı Tilda Swinton. Rus asıllı Emma rolünde, ruhundaki değişimleri karşı koyulmaz bir vücut dili ile adeta kanaviçe gibi işliyor. Filmin odağında aristokrat yaşantının bir parçası olmuş Rus kökenli Emma Recchi var. Milano’nun köklü ailesi Recchi’lere, yıllar önce Rusya’dan gelin gelmiş olan Emma bir erkek ve kız çocuk doğurmuş zaman içinde ailenin en sevilen, akıllı, kültürlü fertlerinden birisi olmuştur. Aristokrasinin ağır, tumturaklı havasına alışmış yaşantısını ve ruhunu sistemin emrine teslim etmiştir.

AYLAKLIK VE AİLE İÇİ ŞİDDET


ÇÖLDE KUTUP AYISI-DE HELAASHEID DER DINGEN

YÖNETMEN: FELIX VON GROENINGEN
OYUNCULAR:  KENNETH VANBAEDEN, KOEN DE GRAVE, WOUTER HENDRICKX, JOHAN HELDENBERGH

Flamancası ‘Şeylerin Boktanlığı – De Helaasheid Der Dingen’ olan film ‘Çölde Kutup Ayısı’ adıyla gösterimde. Türkçesi,  öykünün özünü tanımlayan ve daha sıcak bir adlandırma olmuş. Gerçekten çok bir farklı çevrede büyümüş olan yazar Gunther Strobbe’nin geriye dönüşler ile çocukluk yıllarını anlatan film, onun ‘kitaptaki karakterler ve gerçek kişiler arasındaki benzerlik, insan doğasını anlamış olmaktır’ tümcesiyle açılıyor. Bunu izleyen bölümlerde insan doğasının çok sık rastlanmayan karakterlerini sunup, onları anlamamızı talep ediyor.  

Gunther’in 13 yaşına döndüğümüzde, onun çok garip bir aile ortamında büyüdüğüne tanıklık ediyoruz. Yılda bir kez erkeklerin bacaklarını traş edip,

EN İYİ TEDAVİ YİNE AŞK

AŞK SARHOŞU-LOVE AND OTHER DRUGS


YÖNETMEN: EDWARD ZWICK
OYUNCULAR: JACK GYLLENHALL, ANNE HATHAWAY, HANK AZARIA.


Son yıllarda Amerikan sinemasında romantik komedi türü bir değişim yakalama çabası içinde. Gerçek yaşamdan öyküleri abartısız, samimi ve daha cesur bir yaklaşım içinde yansıtıyorlar. Judd Apatow ve Todd Phillips örneğin 'Kaza Kurşunu-Knocked Up', ‘Matrak İnsanlar-Funny People’, ‘Felekten Bir Gece-Hang Over’ gibi bu havada, iyi filmlere imza attılar. Avrupa sinemasının gerçekçi ve cüretkar havasını,bol amerikanvari espri ile vermeye çalıştılar. Aşk Sarhoşu iki farklı temayı paralel olarak işlerken, öncelikle gerçek olmayı hedefliyor. İlaç endüstrisinin entrika ve rüşvet dolu arka dünyasına bağlantılı olarak tutkulu bir aşk ilişkisini anlatmaya çalışıyor. Jamie ünlü Pfizer firmasında mümessil olarak çalışırken genç yaşta Parkinson hastalığına yakalanmış Maggie ile tanışıyor.

YETİŞKİNLERE ANİMASYON

MEGAMİND-MEGAZEKA


Yönetmen: Tom McGrath
Oyuncular:Will Ferrell (Megamind), Brad Pitt (Metroman), Tina Fey(Roxanne Ritchie),Jonah Hill(Titan)
Bilgisayardan çıkma animasyonlar artık çocuklardan daha çok, yetişkinlere hitap etmeye başladı. Dreamwork stüdyosu Kung Fu, Panda, Madagascar, Shrek’den sonra  Megamind‘ı listeye ekledi. Megazeka kötülük kader midir yoksa bir seçim mi ? sorusuna yanıt ararken sinemanın klasik karakterlerine yaptığı göndermeler ile de dikkat çekiyor. Kim bunlar ? Godfather’dan Don Carleone  ve Süperman’den babası Jor-El’i canlandıran Marlon Brando’ya, Bela Lugosi’nin Dracula’sı, efsane bilgisayar oyunu Donkey Kong'a kadar yetişkinlerin hoşlanarak izleyeceği göndermeler.

KARANLIK VE GOTİK BİR DAHİ:


    TIM BURTON

Tim Burton üzerine hep şöyle bir hayal kurmuşumdur. Sınıfın arka sıralarında  dağınık saçlı solgun yüzlü önündeki kağıda bir şeyler çiziktiren bir çocuk görürüm.O anda sınıfta olan bitenle ilgisiz, kendi dünyasına gömülüdür.   Öğretmen kürsüden bakışlarını çocuğa doğrultur ve kızgın bir sesle bağırır : ‘Tim yine dersle ilgilenmiyorsun, o kağıda neler çiziyorsun ?’. Çocuk başını kaldırır ve mahcup bir şekilde : ‘Şey, efendim dalmışım, özür dilerim!’. Öğretmen hızını alamaz, tekrar bağırır :’Çabuk o kağıdı buraya getir !’. Çocuk önündeki kağıdı eline alır isteksiz adımlar ile kürsüye getirir. Öğretmen kağıda  bakar : ‘Nedir bu saçmalıklar, söyler misin ?’ diye bağırır. Öğretmenin elinde duran kağıtta, resimler şöyle sıralanıyordu : balkabağından kafası olan bir iskelet, ölü  solgunluğunda bir gelin, kafası kopuk bir şövalye ve gotik bir şato figürleri. Burada hayalim biter.

OTORİTE VE ŞİDDET

DENEY – THE EXPERIMENT

YÖNETMEN: PAUL SHEURING
OYUNCULAR:ADRIAN BRODY, FOREST WHITAKER.   

Meşhur Stanford Deneyinin ikinci kez sinema uyarlaması olan ‘Deney-The Experiment’ tek düze anlatımı ile, erkek egolarının dövüştüğü, bir hapishane hikayesinin ötesine geçemiyor. İşin başında 'Prison Break' dizisinin yönetmeni Paul Sheuring ve iki Oscar ödüllü oyuncu Forest Whitaker ve Adrian Brody olunca beklentiler haliyle yüksek oluyor.

2010 YILININ EN İYİLERİ


BAŞLANGIÇ -Inception
Rüya alemini ve aksiyonu mükemmel harmanlayan kurgusu yanında seyircisini gerçek ve hayal arasında muğlakta bırakan, zorlayan sıra dışı bir film. Christopher Nolan iki binli yılların en parlak yönetmeni olma yolunda.  
SİYAH KUĞU-Black Swan 
Kişilik bölünmesine varan bir hırsın,  Kuğu Gölü’nün müziği eşliğinde akıcı bir gerilime dönüştüğü başarılı bir film. Darren Aranofsky  Güreşçi’den sonra bir kez daha ruhun derinliklerinde dolaşıyor.  
OYUNCAK HİKAYESİ 3-Toy Story 
Pixar stüdyolarının yarattığı mükemmel animasyon son bölümü ile ilk günkü kadar yaratıcı ve eğlendirici. 
CİDDİ BİR ADAM-A Serious Man
Coen Kardeşlerin Musevi toplumunun inançlarına eleştiri oklarını sapladıkları ironik bir dönem anlatısı.    
BEYAZ BANT-Das Weisse Band
1912 yılında bir Alman köyündeki yaşamdan kesitler sunarken,  aile yapısının
 ve çocuk terbiyesinin geleceğin Nazilerini nasıl şekillendirdiğini gösteren, mükemmel bir Haneke filmi.
SOSYAL  AĞ – The Social Network 
David Fincher sosyal iletişim sitesi Facebook’un kuruluşunu anlatırken, bilgisayar dünyasının başarılı isimlerinin arkasında yatan karakterlere odaklanıyor. 
HIRSIZLAR ŞEHRİ-The Town
Ben Affleck’in yönetip oynadığı başarılı bir suç filmi. Soygun ve çatışma sahnelerindeki dinamizm yanında Jeremy Renner’in başarılı performansı da dikkat çekiyor.
PARİS’TE SON KONSER-Le Concert
Romen asıllı yönetmen Radu Mihaileanu seyircinin duygu tellerini titreten, yarattığı sahici karakterler ile yaşayan birinci sınıf bir melodrama imza atmış.

ÖLÜMCÜL TAKİP- The Chaser

Güney Kore sinemasından özgün bir polisiye daha. Eski polis, yeni kadın satıcısı Joong Hoo müşteri gibi davranan bir seri katilin peşine düşer.  Kaçanın ve kovalayanın öyküsü içinde polis teşkilatının emir komuta kademesindeki hantallık mükemmel bir ironi ile işlenmiş.
   

211. HÜCRE- Celda 211

İspanyol sineması son yıllardaki başarılı filmlerine bir yenisini ekledi. Bir insan yaşamının 24 saat içinde ne kadar dramatik değişebileceğini, gerilimli bir hapishane öyküsü ile anlatıyor.